
Kurumuş dallar, dağınık bir yatak, duvara bantlanmış bir muz, ısırılmış bir parça ekmek… Tüm bu nesnelerin sanatsal değeri nerede? Yoksa çağdaş sanat bir kandırmacadan mı ibaret?
DEFNE ENGİNSU
Geçtiğimiz yıl Hollanda’nın Lisse kentindeki LAM müzesinde sergilenen bir sanat eseri, yanlışlıkla çöpe atıldı. Sebebi ise All The Good Times We Spent Together (Birlikte Geçirdiğimiz Tüm Güzel Zamanlar) adlı eserin ilk bakışta kenarda unutulmuş iki bira kutusu gibi görünmesiydi. Üstelik müze, “ziyaretçileri şaşırtmak amacıyla” bu eseri bir asansörde sergiliyordu. Daha çok temizlik personelini şaşırtmış olacak ki, eser çöpe atılmak üzereyken son anda çöp torbasından kurtarıldı. Bu olay, galeri ve müzelerdeki sanat eserlerinin başına gelen talihsiz olayların ilki değil. 2015 yılında, “Bu Gece Nereye Dans Etmeye Gidelim?” adlı sanat eseri, yine temizlikçi tarafından çöpe atılmıştı. İçinde sigara izmaritleri, boş şampanya şişeleri ve konfetiler olan eseri akşamdan kalma bir parti karmaşası zanneden temizlikçi; camı, kağıdı ve plastiği ayrıştırarak layıkıyla temizlik yapmıştı.
‘‘MUZ BİR FİKİRDİ’’
İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın enstalasyonunun bir parçası olarak duvara bantlanmış muzu hatırlayalım. Cattelan’ın “Komedyen” adlı bu eseri, 2019’da Miami’deki uluslararası galeri Perrotin’de sergileniyordu. 120 bin dolara satılan “sınırlı sayıda üretilmiş” bu nadide sanat eseri, üç büyük sanat meraklısı tarafından da satın alınmıştı ki, performans sanatçısı David Datuna muzu duvardan indirdi, soydu ve yedi. Üstüne “Bu da benim sanat performansım” diyerek işin işinden çıkmayı da becerdi. Peki sonra ne oldu? Tabii ki duvara yeni bir muz bantlandı. Galeri yöneticisi ise “Datuna sanat eserini yok etmedi. Muz bir fikirdi” açıklaması yaptı. Öyle mi? E biz sanat zannetmiştik!
DUDAK UÇUKLATAN FİYAT
Cattelan’ın sansasyonel enstalasyonu, esere sanatsal değerinin ötesinde viral bir kimlik kazandırmayı da başardı. Sosyal medya platformları, duvara yapıştırılan muzun önünde çekilen selfie’lerle kalmadı, alaycı yorumlarla dolup taştı. Haber sitelerinden sanat mecralarına, sanattan ne anladığımız ya da anlamadığımıza dair sonu gelmeyen bir tartışma başladı. Tüm bu tartışmalar eserin değerini artırmış olacak ki, uluslararası müzayede evi Sotheby’s, eserin üç edisyonundan birini geçtiğimiz kasım ayında New York’ta satışa sundu. Tahmini 1 milyon ila 1,5 milyon dolar arasında satışa çıkan eser, tam 6,2 milyon dolara alıcı buldu.
“MUZU BİZZAT YİYEREK ONURLANDIRACAĞIM”
Eseri satın alan kripto para platformu kurucusu Justin Sun “Bu sadece bir sanat eseri değil; sanat ve kripto para topluluğu dünyaları arasında köprü kuran kültürel bir fenomeni temsil ediyor. Bu eserin gelecekte daha fazla düşünce ve tartışmaya ilham vereceğine ve tarihin bir parçası olacağına inanıyorum. Muzun sahibi olmaktan onur duyuyorum ve dünyanın dört bir yanındaki sanat meraklıları için daha fazla ilham ve etki yaratmasını dört gözle bekliyorum. Ayrıca önümüzdeki günlerde, bu eşsiz sanatsal deneyimin bir parçası olarak muzu bizzat yiyeceğim ve hem sanat tarihindeki hem de popüler kültürdeki yerini onurlandıracağım” dedi.
DUCHAMP’IN İZİNDE
Cattelan’ın muz enstalasyonu, aslında Marcel Duchamp’ın meşhur eseri “Çeşme”nin (Fountain) temsil ettiği sanat anlayışının bir asır sonra geldiği noktayı anlatıyor. Duchamp’ın 20. yüzyılın sanat ikonu haline gelen eseri, üzerine imzasını attığı bir pisuardan ibaretti. 1917 yılında Amerikan Bağımsız Sanatçılar Topluluğu, “bir sanatçı tarafından üretilmediği” gerekçesiyle Çeşme’yi sergilemeyi reddedince Duchamp, sanatçının sanatı tanımlama iradesini ortaya koydu ve sanatın bir ürün değil, bir fikir olduğunu savundu. Duchamp’ın bu savunması, onun daha sonra kavramsal sanatın fikir babası olarak anılmasını sağladı. Bisiklet tekerleği, ampul, askılık gibi hazır nesneleri (ready made) konumlandırarak, birleştirerek, başlık vererek ya da imzalayarak birer esere dönüştürdü. Duchamp’ın dönemin sanat anlayışına bir başkaldırı olarak da yorumlanan kavramsal sanat yaklaşımına göre, nesneyi seçmenin kendisi yaratıcı bir eylemdir, nesnenin bilinen işlevini iptal etmek onu sanat yapar ve galeride sunumu ona yeni bir anlam kazandırır.
YAPICI DEĞİL SEÇİCİ
Duchamp’ın öncülük ettiği kavramsal yaklaşım, sanatçının rolünde de kritik bir kaymaya işaret ediyordu. Yapıcı olarak sanatçıdan seçici sanatçıya geçiş! Bu geçişin ilk örnekleri aslında yüz yıl önce verilmiş ve o dönem kimilerine göre çığır açan tartışmalara yol açmıştı. Oysa bugün, dünya genelinde çağdaş sanat galerilerinde karşımıza “Bunu ben de yapardım” demekten kendimizi alamadığımız kolajlar ya da yerleştirmeler çıkmaya devam ediyor. Yaratıcı bir fikir, egemen düzene dair bir eleştiri ya da özgünlük iddiası dahi olmadan. Bu da sanatın ya da sanatçının ne olduğuna dair sınırları bulanıklaştırmaya devam ediyor. Öyle ki, küresel düzeyde sansasyon yaratacak işlere imza atarak bu sınırları daha da bulanıklaştırmak sanat tüccarlarının işine geliyor.

SIRADA ROBOT SANATÇILAR VAR
Yapay zekanın her gün bir yeniliğe imza attığı son dönemde, sanat dünyası da bundan nasibini alıyor. Dünyanın en gelişmiş insansı robotlarından biri Ai-Da yakın geçmişte İngiliz matematikçi Alan Turing’in 2,2 metre uzunluğunda bir portresini yaptı. “A.I. God” adlı eser, New York’taki bir açık artırmada 1 milyon dolara alıcı buldu ve insansı bir robot sanatçının müzayedeye çıkan ve satılan ilk eseri eseri olarak tarihe geçti.
Bir sanat olarak sanatçının dışkısı
Sansasyon denince akla gelen ilk eserlerden biri yine bir İtalyan sanatçıya ait. Piero Manzoni’nin “Sanatçı Boku” (Merde d’artista) adlı anti-sanat eseri, piyasaya çıktığı 1961 yılında büyük ses getirmişti. Kapalı halde konserve kutularında sergilenen eserin üzerinde “Sanatçının Boku, İçerik net 30 gr, Taze muhafaza edilmiş, Mayıs 1961’de üretilmiştir” yazıyordu. 90 kutu olarak “üretilen” eserin her biri, başlangıçta ağırlığınca altın cinsinden fiyatlandırılmıştı. Ancak zaman içinde eserin değeri gitgide arttı. 2007 yılında bir teneke kutu Sotheby’s’de 124 bin euro’ya, 2016’da ise Milano’daki bir sanat müzayedesinde 275 bin euro’ya alıcı buldu!

ÇAĞDAŞ SANATIN SAHTEKÂRLIĞINI YAZDI
Meksikalı sanat eleştirmeni Avelina Lesper, bugün çağdaş sanat addedilen ne varsa sert bir dille eleştirdiği “Çağdaş Sanatın Sahtekarlığı” kitabında, her şeyin sanat, herkesin de sanatçı olabileceği varsayımına meydan okuyor. Türkçeye de kazandırılan kitapta Lesper, “şayet icra ettikleri şey bu sahte sanatsa, sanatçı değiller” demekten çekinmiyor: “Çağdaş sanat teorisyenlerinin tesis ettiği dogmaların bazılarına hepimiz aşinayız: Sanatı meydana getiren şey eserler değil küratör sanatçıdan üstündür. Böyle bir özen karşıtlığı sayesi üşengeçlik, zıpçıktılık, zeka eksikliği gibi kavramlar bu sahte sanatın birer değerine dönüştü ve her şey müzelerde sergilenebilir hale geldi. Hiçbir estetik değeri bulunmadan sanat diye sunulan nesneler bu dogmatizmin buyurduğu şekilde, bir otoritenin buyurduğu prensiplere tamamen boyun eğerek kabul edilmekte. (…) Bu sahte sanatın merkezindeki figür çağdaş sanatın kendisidir, sanatçılar değil. Sanat tarihinde hiçbir dönemde bu kadar fazla sanatçı var olmamıştır. Hazır nesne kavramının icadıyla hazır nesne sanatçılar ortaya çıkmıştır. Tektipçilik uğruna bireyselliği değersizleştirme fikri sanatçı figürünü yok etmektedir. Dâhi figüründe sanatçı vazgeçilmezdir, eserinin yeri başka bir şeyle doldurulamaz. Günümüzdeyse sanatçı sayısı aşırı yüksek olduğundan sanatçıların hepsi gözden çıkarılabilir hale gelmiştir, eserlerin yerine de başka şeyler konabilir, zira eşsizlikten yoksundurlar. Keyfi ve kolayca üretilen eserleri gerçekleştirmek için hiçbir özel yetenek gerekmez. Sanatçının yaptığı her şey sanat diye nitelenmeye elverişli hal gelmiştir: Dışkılar, sevgi, histeri ve nefret gösterileri, kişisel objeler, mahrem fotoğraflar, internet mesajlaşmaları, oyuncaklar, vs. Sanat yapmak gösterişçi ve egoist bir faaliyettir. Boğucu derecede aşikar olan performanslar, videolar ve yerleştirmelerin ezici çoğunluğu pek az uğraş gerektiren eserlerdir ve yaratıcılıktan yoksun oluşlarıyla bize adeta herkes tarafından yapılabileceklerini söylerler. Bu olanak, yani “herkes tarafından yapılabilmek” sanatçının gereksiz olduğu anlamına gelir. Artık yaratı diye bir şey yoktur; dolayısıyla sanatçılara da ihtiyacımız kalmamıştır.”
Bir eser olarak sanatçının yatağı

Dikkat, bu bildiğiniz yataklardan değil, sanatçı Tracey Emin’in yatağı! İngiltere’nin en şöhretli sanat eserlerinden biri. Emin’in 1998’de lekeli iç çamaşırları, çarşaflar, atılmış prezervatifler, votka şişeleri, kullanılmış mendiller ve sigara izmaritleri eşliğinde hazırladığı “Yatağım” (My Bed), bir sanat enstalasyonundan çok suç mahallini andırıyordu. Sanatçının -hepimizin en az bir defa başından geçen- travmatik ayrılığının sembolü “Yatağım”, 2000 yılında Charles Saatchi tarafından 150 bin sterline satın alındı. 14 yıl sonra Christie’s müzayedesinde 2,54 milyon sterline alıcı bulmayı başardı.
BEYAZ PERDEDEN ELEŞTİRİLER
İddialı, kendini beğenmiş, züppe… Hepimiz bu sözcüklerin çağdaş sanatı tanımlamak için kullanıldığını duyduk. Sanat dünyası elbette bu önyargılı fikirlerden çok daha fazlasını içerir zenginlikte. Ama biraz alaycı olmanın da kimseye zararı yok.
The Square (Kare)
70. Cannes Film Festivali’nde “En İyi Film” kategorisinde Altın Palmiye Ödülü kazanan “The Square” (Kare) filmi, güncel sanat dünyasının da hicvini barındıran bir başyapıt. Stockholm’de prestijli bir sanat galerisinde geçen filmde, müzenin baş küratörü, tartışmalı yeni bir sergi düzenlemeye çalışırken kendini hem mesleki hem de kişisel bir krizin içinde buluyor.
Velvet Buzzsaw (Kadife Testere)
Çağdaş sanat endüstrisine karşı kanlı ve mizahi bir duruş sergileyen filmde bir ressamın evinde ölü bulunmasıyla, tüm eserleri komşularından birinin eline geçiyor. Komşusu, bu tabloları değerlendirmeye karar verince ve olaylar gizemli cinayetlerin işlendiği bir korku atmosferine dönüşüyor.
Intouchables (Dokunulmaz)
Film ülkemizde Can Dostum ismiyle vizyona girdi ve çok sevildi. Yamaç paraşütü yaparken kaza geçiren zengin aristokrat, kendine bakması için cezaevinden yeni salınmış genç göçmen Driss’le anlaşıyor. Aristokratın kendini yeniden hayata bağlayan Driss’le güncel sanatı tartıştığı kült sahnede Driss, tabloyu bir burun kanamasına benzetip “bunu kendisi de yapabilirdi” diyor. Öte yandan, zengin arkadaşı Philippe tablodan derinden etkileniyor. Sahne, sanatın ne kadar öznel olabileceğini ve her birimizin bir sanat eseriyle karşılaştığımızda farklı duyarlılık derecelerine sahip olabileceğimizi göstermesi açısından filmin en keyifli dakikalarından biri.