/

To do list’ler neden hayata geçmiyor ya da ataletin kökeni

İLLÜSTRASYONLAR: SERHAT GÜRPINAR

Bizim için iyi ve gerekli olduğunu bile bile yapmadığımız işler, vazgeçemediğimiz tembellikler var. Biz neden böyleyiz diye Psikiyatri Uzmanı Dr. Elif Mutlu’ya sorularımızı sorduk, birbirinden ilginç yanıtlar aldık…

Her yıl başında, tatil dönüşünde çoğumuz artık şunu şunu yapacağım listeleri hazırlıyoruz ama bir ay geçmeden alışkanlıklar depreşecek, disiplinli yaşayanlara özenerek rahatın kucağına atlayacağız. Disiplinli yaşamak neden bize zor geliyor? Ataletin kökeni nedir? Psikiyatri Uzmanı Dr. Elif Mutlu’ya sorduk, söyledi. Şekere düşkünlüğümüz bizim kabahatimiz değilmiş, onu öğrendik mesela 🙂 Bu tatlı röportajı seveceksiniz… 

İnsan, doğası gereği disiplinli yaşamaktan rahatsız olur mu? Neden kendi iyiliğimiz için olacak şeylere direnç gösteririz?
İnsanlar doğası gereği minimum enerji maksimum konfor arama eğilimindedir. Aslında bu sadece insanlık için değil tüm doğada geçerli bir işleyiş. Ama yaşamın olağan akışı içinde çaba harcamadan mutlu, doyumlu, konforlu bir yaşam sürmek pek de mümkün olmuyor. Dolayısıyla içinde bulunduğunuz anda rahat ve konforlu görünen statüko aslında yaşam için uzun vadede çok da avantajlı olmayabiliyor. Disiplin, konfor ve rahatlıktan vazgeçme diyebileceğimiz tüm zorluklar aslında sağlığımız ve türümüzün devamı için göze almak zorunda olduğumuz tercihler silsilesidir. 

Daha basit bir deyişle evet insan için disiplin zor ama gerekli bir tercihtir. Disiplini kabaca bir “düzenleme çabası” olarak ele alırsak dinden ideolojiye, hukuktan toplumsal dinamiklere kadar pek çok katmanda izlerini görürüz. Dünya üzerinde geçerli en yaygın disiplin sisteminin ise dinler olduğunu söyleyebiliriz.

Sağlıklı olan şeyler genelde eziyetli ve zevksiz mi, biz mi onları bu şekilde kodluyoruz? 
Bedenimizin fabrika ayarlarına göre yani bundan on bin yıl önceki avcı toplayıcı atalarımızın doğal beden yapısına göre aslında lezzetli ve keyifli olan şeyler sağlıklıdır. Çünkü insanlık henüz tarımı, buğday ekip biçmeyi keşfetmeden önce enerji veren karbonhidratların tadından hoşlanması yani tatlıya bayılması gerekiyordu. Karbonhidratlardan hoşlanmamız gerekiyordu ki meyve ağaçlarından şekerli yemişleri toplayacak zahmete katlanabilelim hatta bu meyveler için kilometrelerce yol yürüyebilelim, bu şekerli besinler sayesinde hayatta kalacak enerjiyi bedenimize alabilelim… Benzer bir şekilde aşk, yakınlık ve seksin de zevk vermesi gerekiyordu yoksa atalarımız bu kadar zahmetli bir işe katlanıp üreyemezdi. Ancak aradan geçen on binlerce yıla rağmen teknoloji, tarım, nüfus ne kadar artsa da bedenlerimizin bu ilkel haz alma biçimleri evrilmedi. 

Teknolojiyi keşfedip ilerlettikçe ağaçlardan toplayacak tatlı yemişlere aslında ihtiyaç duymamaya başladık ancak şeker tadını halen seven bir bedene sahibiz. İşte bugün geldiğimiz noktada sorun yaratan tam da bu: zevkli olan şeyler eski çağlarda çok sağlıklıydı ancak şimdi bu bolluk bombardımanı içinde sağlıksız oldu. 

Doğanın eğilimi tembelliktir ancak hayatta kalmanın gereği düzendir.

Stresten uzak kalmak, 19.00’dan sonra yemek yememek gibi aktiviteler bedene iyi gelirken bizi diğer insanlardan izole edip bu sefer ruhen huzursuz etmez mi? 
Bir psikiyatrist olarak “stresten uzak kalmak” kalıbını gerçekçi bulmuyorum. Günlük hayat içinde stresli olaylar, ilişkiler, haberler elbette vardır ve bunlara kulağımızı tıkamak doğru bir yol değildir, dahası mümkün de değildir. Stresten uzak kalma çabası bile başlı başına bir stres kaynağıdır. Önemli olan yıpratıcı stresi fark edip, bundan zarar görmeyecek şekilde kendimizi ayarlayabilmektir. Mesele şu: stresten arınmak için seçilen yöntemler (alkol, uyuşturucular, ekran bağımlılığı, wellness bağımlılığı gibi) çok daha stresli olabiliyor. 

Akşam 19.00’dan sonra yemek yememek sıkça sağlık ve zayıflık için önerilen bir uygulama ama eğer günlük yaşam biçiminiz içinde bunu uygulamak daha stresli olacaksa bu kuralı tekrar gözden geçirin derim.

Listelerin hayata geçmemesinin bir sebebi de mükemmeliyetçi kişilik. O İŞİ layıkıyla yapamayacağını düşünen KİŞİ, harekete de geçemiyor. 

Aslında insan neden kendine bir türlü huzur vermez ve didişir durur? Ne yapsa beğenmez, bedeniyle sürekli uğraşır? bu durum bu çağa mı özgü sizce? 
Bunu yapan bilinçtir. Doğadaki diğer canlılardan (ağaçlar, kelebekler, bakteriler vb) farklı olarak bizler bu dünyaya geçici bir süre için geldiğimizi, ömrümüzün bir sonu olduğunu biliriz. Ve ne doğumumuz ne de ölümümüz çoğunlukla bizim tasarrufumuzda değildir. İşte bu geçiciliği bilerek hayata devam edebilmek için anlamlı değerler üretmemiz gerekir. Başarı, güzellik, statü, iyilik, vefa gibi kavramlar peşinde kendimize hedefler ve yasaklar koyarız. Kendi kendimize didinip durmamız zihnimizdeki bu kavramlara uyum gösterme çabamızdır. Vicdanımızla ters düşen bir davranışımız olduğunda huzursuz oluruz. Güzel olmak, itibarlı olmak bizim için temel değerlerse bunlar zedelendiğinde eksik hissederiz. Hayat içindeki tüm didinmemiz bu değerler ve başımıza gelenler arasında uzlaşı sağlama çabasıdır aslında. 

Sosyal medyada hayatların bu kadar sergilenir olması (bakın spor yapıyorum, sabahı yulaf yiyip geçiriyorum, güne pozitif başlıyorum vb.) hedeflerimizi çoğalttı ya da değiştirdi diyebilir miyiz?
İnsanlığın her dönem popüler değerleri vardı. Son zamanlarda sosyal medyada maruz kaldıklarımız ve görüp de kendimizi yetersiz hissettiğimiz konular da bugünün popüler değerleri. Örneğin sağlığına dikkat ediyor olmak, genç görünmek, her daim eğleniyor olmak, ünlü olmak, insanlarla bir arada olmak şu son yılların trend değerleri. İnstagram paylaşımlarına bakarsanız insanlar gerçekte 24 saat içinde çoğunlukla oldukları hallerini değil, en çok göstermek istedikleri yönlerini paylaşıyorlar. 

Sosyal medya insanların gerçek benliğini göstermez, başkaları tarafından nasıl algılanmak istiyorlarsa o benliklerini, yani ideallerindeki benliği gösterir.


Yeme alışkanlıklarımız, sabah yataktan kalkış saatimiz, dış görüntümüz, ilişkilerimiz, aile hayatımız, ve iş yaşamımızda uygulamaya çalıştığımız disiplin yani öz-kontrol bizim daha anlamlı bir hayat yaşamamız için geliştirdiğimiz bir yöntemdir. 


ASLI DELİKARA

Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyoloji, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ÇED Uzmanlık Eğitimi aldı. Basında farklı alanlarda çalıştı, DİSK’te araştırma uzmanlığı ve proje koordinatörlüğü yaptı. 18 yıl önce tasarım, yayıncılık ve PR firması Turuncu İletişim’i kurdu. Halen TPRECD adına yayımlanan Plasticus ve Akın Yücel Klinik adına yayımlanan Vega dergilerinin yayın yönetmenidir.

Yorumunuz

Your email address will not be published.