hüzün üçgeni

/

Zenginlik başa bela!

Bir grup milyarderin katıldığı gemi tatiline dahil olan manken bir çift ve onların bu yolculuk boyunca yaşadıkları tuhaf, absürd, çizgi dışı olaylar… ‘Turist’ (‘Force Majeure’ ve ‘Kare’ (‘The Square’) gibi yapıtlarıyla tanınan Ruben Östlund’un geçen yıl Cannes’da ‘Altın Palmiye’ alan filmi ‘Hüzün Üçgeni’ (Triangle of Sadness), sınıfsal meseleler üzerine bir alegori. Kadrosunda Harris Dickinson, Charlbi Dean, Zlatko Buric, Woody Harrelson, Dolly De Leon, Vicki Berlin, Thobias Thorwid, Timoleon Gketsos, Alicia Eriksson ve Sunnyi Melles gibi isimleri barındıran yapım Ayvalık’ta düzenlenen ‘Açık Hava Film Geceleri’ programı dahilinde bu gece gösteriliyor. Ayvalık Belediyesi Yeni Binası’nın (eski Vergi Dairesi) denize nazır bahçesindeki gösterimin saati 21.15. Programda yarın gece de Emin Alper’in çok ses getirmiş yapıtı ‘Kurak Günler’ gösterilecek.

‘Hüzün Üçgeni’ne ilişkin geniş bilgi için sinema yazarı Uğur Vardan’ın Hürriyet’te yayımlanmış aşağıda alıntıladığımız eleştirisine göz atabilirsiniz:

**

Denizde ve karada ‘her şey sınıfsaldır’

Genç bir fotomodel çiftin, zenginlerle dolu bir gemide yaşadıkları ve bir kazanın ardından çıktıkları adada değişen dengeler… Bu yıl Cannes’da ‘Altın Palmiye’ kazanan Ruben Östlund imzalı ‘Hüzün Üçgeni’, ‘Batı medeniyeti’nin ahlaki ve vicdani anatomisini perdeyi taşıyan etkileyici bir hiciv…

Bir defile için seçmeye katılan erkek modeller, aynı meslekten kız arkadaşı Yaya’yla gittiği restoranda hesap ödeme konusunda tartışan genç manken Carl, ikisinin birlikte çıktıkları ilginç yöntemlerle para kazanmış zenginlerle (gübre satıcısı, silah taciri, yazılımcı vs.) dolu bir yolculuk ve yaşanan bir kaza sonrası sığınılan adada değişen sınıf ilişkileri…

İlk olarak 2014 ‘Turist’iyle (Force Majeure) tanıdığımız, 2017’de Cannes’da ‘Altın Palmiye’ alan ‘Kare’siyle (The Square) samimiyetimizi pekiştirdiğimiz Ruben Östlund, yukarıda kısaca konusunu özetlediğim ‘Hüzün Üçgeni’yle (Triangle of Sadness) bir kez daha karşımızda. Bir önceki yapıtı gibi, bu yıl Cannes’da ‘Altın Palmiye’yle ödüllendirilen bu son adım, geniş bir yelpazede gezinen çarpıcı bir hiciv niteliğinde. ‘Carl&Yaya’ (Carl ve Yaya), ‘The Yacht’ (Gemi) ve ‘The Island’ (Ada) adlı üç parçadan oluşan film, özellikle ilk bölümde en vurucu yanlarını barındırıyor. Bu cephede İsveçli yönetmen, daha önceki adımlarında olduğu gibi ‘çağdaş’ dünyanın esen rüzgârlara göre yön değiştiren eğilimlerini, moda evreni ekseninde perdeye yansıtıyor. Genç çiftin cinsiyet temsiliyetleri üzerine tartışmasında ise karakterlerin kadınların, erkeklerden daha çok kazandığı nadir alanlardan biri olan fotomodel dünyasına ait olmaları da ayrı bir dikkat çekici nokta. Östlund’un kaleme aldığı senaryo bir sonraki bölüme atlarken ‘sosyal medya ve tanınırlık’ meselesine de vurgu yapıyor; çünkü çift zenginlerin gemisine Yaya’nın takipçilerine yapacağı ‘paylaşımlar’ karşılığında dahil oluyor. ‘Gemi’ bölümünde ise zenginlerin ‘sıkıntılı’ ve ‘renksiz’ hayatlarını hareketlendirme çabalarını ve fırtına esnasında Marksist kaptanla Rus oligarkın Marx, Lenin, Chomsky ve Ronald Reagan’dan alıntılarla yüklü atışmalarını izliyoruz. Ve de deniz ürünlerinin hâkim olduğu menünün konuklara yaptığı ağır tahribat ve izlenmesi zor ‘kusma sahneleri’ni… Öykü ‘Ada’ya vardığında ise sınıfsal dengelerin değişimi ve doğada hayatta kalma konusundaki becerileri sahip, gemi mürettebatından (tuvaletleri temizleyiciydi) Abigail’in oluşturduğu yeni ‘cast’ sisteminin pratiğe yansımalarını…

‘Marksist kaptan’ mükemmel…

İsmini kişinin altındaki endişe çizgilerine ilişkin bir deyimden alan film, Fellini’nin ‘Ve Gemi Gidiyor’undan Cameron’ın ‘Titanic’iğine, Bunuel’in ‘Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği’nden Marco Ferreri’nin ‘Büyük Tıkınması’na uzanan bir çağrışımlar kümesi eşliğinde ilerliyor. Öte yandan son bölümde William Golding’in ‘Sineklerin Tanrısı’ da akla geliyor. ‘Hüzün Üçgeni’, hızlı ve sarsıcı girişin ardından ivmesini az-biraz kaybetse de eleştiri okları yerini bulan bir yapıt. Filmin problemi bence 147 dakikalık süresi. Öte yandan altını çizdiği tüm meseleler bir çağ yangınına işaret ediyor. Yönetmen Östrund ise ‘Avrupa medeniyeti’nin vicdan ve ahlakını deşifre etme ve çelişkilerini perdeye yansıtma konusundaki ısrarını (!) sürdürüyor.

‘Marksist kaptan’da Woody Harrelson’ın parladığı yapımda ben en çok Rus oligark Dimitry’deki Hırvat aktör Zlatko Buric’i beğendim. Bu arada Yaya’yı canlandıran Güney Afrikalı oyuncu ve model Charlbi Dean’in de ne yazık ki ağustos ayında, 32 yaşında hayata veda ettiğini belirteyim…
Sonuçta bu film bir başyapıt değil ama son derece kayda değer bir bakış açısına sahip. İzledikten sonra Time dergisi eleştirmeni Stephanie Zacharek’in şu saptamasını kendimi yakın hissettim: “Hüzün Üçgeni’ne, çok sevmeden de hayran olmak mümkün.”

Meraklısına: Filmin ortak yapımcıları arasında TRT de var…