istifçilik

/

Hepimiz istifçi miyiz?

Siz de artık kullanmadığınız, hiçbir ihtiyacınız olmadığı konusunda en ufak bir şüphenizin kalmadığı eşya, giysi veya objelerle vedalaşmakta zorlanıyor musunuz? “lazım olur” ya da “zayıflayınca giyerim” diyerek yarattığınız eşya yığını karşısında birilerine vermek, satmak ya da dönüştürmek yerine dolapta ekstra yer açmanın yollarına mı kafa yoruyorsunuz? Öyleyse dikkat, içinizdeki gizli istifçi sizi ele geçirmiş olabilir!

DEFNE ENGİNSU

Her yıl özellikle bahar dönemi, ıvır zıvırı elden geçirip eve şöyle bir çekidüzen verme zamanıdır ve her birimiz eski eşyalarımızla vedalaşmanın eşiğine geldiğimiz o çetin sınavla karşı karşıya kalırız. Bu sınavda çoğumuzun elini korkak alıştırdığı da bir gerçek. En başta da kıyafet konusunda. Türlü bahanelerle uzayan listede beş sezondur giymediğimiz gömleği atmamaya kendimizi ikna ederiz de kendimize bu kadar kıyafetin içinde ne yaptığımızı sormayız. British Vogue’un eski genel yayın yönetmeni Alexandra Shulman, “Giysiler … Ve Önemli Olan Diğer Şeyler” (Clothes… And Other Things That Matter) adlı kitabında, bu soruyu ancak Vogue’daki görevinden ayrıldıktan sonra sorabildiğini anlatıyor. Gardırobundaki kıyafetleri saydığında karşılaştığı tablo ise şöyle: “22 palto, 35 elbise, 5 gece elbisesi, 34 ceket, 37 etek, 17 pantolon, 16 gömlek, 7 üst, 12 hırka, 18 kazak, 35 tişört, 4 sweatshirt, 3 yüzme kıyafeti, 6 bikini, 8 sarong, 1 şort, 3 eşofman üstü, 4 eşofman altı, 31 külot, 32 sütyen, 5 slip, 5 yelek, 4 pijama, 2 gecelik, 24 çift tayt, 7 tozluk, 4 sabahlık, 21 çift çorap, 16 atkı ve şal, 4 şapka, 5 çift eldiven, 4 kürk atkı, 6 spor ayakkabı, 8 çift uzun bot, 3 çift bilekli bot, 34 çift topuklu ayakkabı, 24 çift babet, 6 çift terlik, 37 el çantası. Bu bilgiye sahip olduğumda ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. O kış, öğrenciliğimden beri evde daha fazla zaman geçireceğim ilk kıştı ve şimdiden kıyafetlerle ilgili hislerimde büyük bir değişiklik olmuştu. Dolaplarımı karıştırdığımda bulduklarım, bu giysilerin -tüm giysilerin- benim için ne anlama geldiğini düşünmeme neden oldu. Giydiğimiz şeyleri neden giydiğimizi, neden bazılarını saklayıp bazılarından kurtulduğumuzu, hangilerine neden duygusal bir değer atfettiğimizi…”

İdeal gardıropta kaç kıyafet olmalı?

Sürdürülebilirliğin merkezde olduğu bugünün dünyasında artık araştırmalar, eğer bir moda ikonu değilseniz gardırobunuzda ortalama kaç kıyafet bulundurmanın yeterli olduğunu ortaya koyuyor. Berlin merkezli Hot or Cool Institute’ün raporuna göre ideal sayı aslında 74 parça ve 20 kıyafetten ibaret. Örnek olarak, iş için 6 kıyafet, ev için 3 kıyafet, spor için 3 kıyafet, kutlama günleri için 2 kıyafet, ayrıca dört açık ceket ve pantolon veya etek bulunması yeterli. Araştırmacılar, bu “cömert” dağılımı yaparken 1960’larda ortalama bir Fransız gardırobunda yaklaşık 40 parça bulunduğunun da altını çiziyor. Hızlı moda endüstrisi her ne kadar bizi daha çok satın almaya teşvik etse de, sorun kıyafetle sınırlı değil. Hemen her alanda değişen trendler zevk algımızı etkiliyor, bir yandan yeni ve farklı olana ihtiyaç duyarken diğer yandan eskiyle ne yapacağımızı bilemiyoruz. Üstelik yaş ilerledikçe, eskiler birikiyor ve hiçbir yere sığamaz hale geliyor; bu da kaçınılmaz olarak dağınıklık problemi yaratıyor. Son yılların popüler ev düzenleyicisi Marie Kondo’nun sırrı biraz da burada saklı. İstifçi anne ile oğlunun maceraları Yozgatlı influencer Recep Murat Yalçınkaya, “Bahale Murat” adlı sosyal medya hesabı üzerinden paylaştığı videolarda annesinin istifçiliğinin boyutlarını gözler önüne sererken takipçilerini de güldürüyor. Onlarca turşu bidonundan, misafir için saklanan tabak çanağa, kulpu kırık çaydanlıktan hortumu kopmuş elektrik süpürgesine annesinin “Lazım olur” diyerek sakladığı onlarca eşyayı ifşa eden Bahale Murat, bir yandan bu istifçiliği ti’ye alırken bir yandan da annesinin hışmına uğramaktan kurtulamıyor.


İstifçi anne ile oğlunun maceraları

Yozgatlı influencer Recep Murat Yalçınkaya, “Bahale Murat” adlı sosyal medya hesabı üzerinden paylaştığı videolarda annesinin istifçiliğinin boyutlarını gözler önüne sererken takipçilerini de güldürüyor. Onlarca turşu bidonundan, misafir için saklanan tabak çanağa, kulpu kırık çaydanlıktan hortumu kopmuş elektrik süpürgesine annesinin “Lazım olur” diyerek sakladığı onlarca eşyayı ifşa eden Bahale Murat, bir yandan bu istifçiliği ti’ye alırken bir yandan da annesinin hışmına uğramaktan kurtulamıyor.


Annesi ve 'Bahale' Murat
Annesi ve ‘Bahale’ Murat

Konmarı yönetmenin sırrı

19 yaşından beri profesyonel olarak ev düzenleme işiyle meşgul olan Marie Kondo, tüm dünyaya “KonMari” adını verdiği yöntemiyle evde biriken eşyaları ayıklama ve derleyip toplama yolları ile bundan doğan huzuru anlattı. 2014’te yayımlandıktan sonra New York Times’ın en çok satanlar listesinde bir numaraya yükselen “The Life-Changing Magic of Tidying Up” (Hayatı Sadeleştirmek İçin Derle Topla Rahatla) kitabı birkaç yıl sonra bir Netflix şovuna dönüşerek Marie Kondo’ya dünya çapında bir şöhret sağladı. Marie Kondo’nun bu denli popüler olması boşuna değil; zira KonMari yöntemi, bu konuda insanlık olarak sınıfta kaldığımızı ortaya koyan iki temel üzerine kurulu: Atma ve ayıklama. Bunun için öncelikle, sahip olduğunuz her şeyi belirli kategorilerde – giysiler, kitaplar, kağıtlar vb – toplamanız ve bunları yerde devasa bir yığın haline getirmeniz gerekiyor. Eşya dağına bakıyorsunuz ve ruhunuzun derinliklerinde ne kadar çok eşyaya sahip olduğunuzu ve çoğunun ne kadar gereksiz olduğunu hissediyorsunuz. Ardından her bir parçayı elinize alıp kendinize sormanız gerekiyor: Bu benim hayatımda neşe yaratıyor mu? “Eğer öyleyse” diyor Kondo, “Bunu bileceksiniz. Vücudunuzda fiziksel bir tepki oluşacak.” Programında ise bu tepkiyi, bir parmağını kaldırıp ve ayağını yerden keserek çıkardığı “ting” sesiyle sevimli bir şekilde tarif ediyor.

Dürtüsel bir bozukluk

Kondo’nun bu denli rağbet görmesi, kendimizi ne kadar gereksiz eşyayla iç içe ve dağınık halde yaşamaya mahkum ettiğimizin de itirafı niteliğinde. Bilimsel çalışmalar, bunun ruhsal olarak olumsuz etkileri olduğunu ortaya koymakla kalmıyor, istifçiliği de bir tür dürtüsel bozukluk olarak kabul ediyor. Amerikan Psikiyatri Birliği istifleme bozukluğunu eşyaları elden çıkarmakta sürekli zorluk çekme ve bunun sonucunda ortaya çıkan dağınıklığın yaşam alanlarını kullanma becerisini bozması olarak tanımlıyor. Hafiften şiddetliye değişen semptomlara sahip bu bozukluğun en yaygın görüldüğü yaş grubu ise 60 yaş üzeri. Kültürden kültre değişiklik gösterebilirse de davranışın temelinde, erken çocuklukta maddi anlamda yaşanan yoksunluklardan çok duygusal mahrumiyetin yer aldığı kabul ediliyor. Uzmanlar, istifleme bozukluğu yaşayan kişilerin bu nedenle eşyalara hayatlarındaki insanlardan daha fazla bağlı olduklarını, sahip oldukları şeyleri de kendi kimliklerinin bir parçası olarak gördükleri için ayrılmakta zorlandıklarını söylüyor.

Eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson’la evlenen Carrie Johnson, düğünde My Wardrobe HQ adlı siteden 45 pound’a kiraladığı gelinliği giymişti.
Eski İngiltere Başbakanı Boris Johnson’la evlenen Carrie Johnson, düğünde My Wardrobe HQ adlı siteden 45 pound’a kiraladığı gelinliği giymişti.

İstifçilikle koleksiyonculuk arasındaki fark

1960’lı yıllarda psikiyatrist Jens Jansen, aşırı miktarda nesne biriktiren yaşlı insanları tanımlamak için “koleksiyoncu deliliği” (collectors’ mania) kavramına atıfta bulunmuştu. Ancak istifçilik ve koleksiyonculuk arasında belirgin farklar olduğu zaman içinde ortaya çıktı. Koleksiyoncular tipik olarak organize, kasıtlı ve hedefli bir şekilde eşya edinirler. Belirli bir konuya odaklı olarak elde edilen eşyalar gündelik kullanımdan çıkarılır ve düzenlenmeye, beğenilmeye ve başkalarına sergilenmeye tabi tutulur. Biriktiren kişilerde ise nesnelerin edinilmesi büyük ölçüde dürtüseldir, çok az aktif planlama vardır ve sahip olunabilecek bir nesnenin görülmesiyle tetiklenir. Biriktirilen nesneler tutarlı bir temadan yoksundur ve koleksiyonculuğun aksine düzensiz dağınıklık haliyle ayırt edilir.

En ünlü istifçiler: Collyer Kardeşler

İstifçilik yakın zamana kadar bir davranış bozukluğu olarak görülmüyordu. Ancak istifçiliğin popülerlik kazanmasını sağlayan figürlerin başında, 20. yy’ın ilk yarısında New York Harlem’deki evlerini 120 ton eşyayla dolduran Collyer Kardeşler geliyor. İstifleme bozukluğunun Collyer Sendromu olarak anılmasını sağlayan kardeşlerin annelerinin ölümü sonrası birlikte yaşamaya başladığı, ardından Homer’ın görme yetisini kaybetmesinin ardından Langley’in de ona bakmak için işini bıraktığı ve ikilinin gitgide toplumdan uzaklaşmaya başladığı biliniyor. Collyer Kardeşler öldükten sonra evlerinden bebek arabaları, paslanmış bisikletler, eski yiyecekler, patates soyma makineleri, cam avizeler, bir at arabasının katlanır üst kısmı gibi eşyaların yanı sıra 25 binden fazla kitap, onlarca yıllık sayısız gazete ve dergi demeti, binlerce şişe ve teneke kutu ve çok sayıda çöp çıkarıldı.

Collyer Kardeşler’in evi

İstifçiliğin son noktası: Çöp evler

Çöp ev, dünyanın pek çok kentinde örnekleri görülen sosyal bir problem. İstifleme bozukluğunun en uç noktası olarak da görülebilecek bu evler, türlü atıkların yanı sıra hijyenik olmayan koşullar nedeniyle genellikle komşuların şikayetine konu oluyor ve yetkililer tarafından zorla boşaltılıyor. Atma sat, alma kirala! Son yıllarda hayatımıza giren yavaş moda kavramıyla, geri dönüşüm ve ileri dönüşüm teknikleri, kiralama ve ikinci el satış uygulamalarıyla istifçiliğe çevre dostu bir çözüm sunuyor. Türkiye’de de UnoMoi, ModaLoop gibi kıyafet kiralama uygulamalarının yanı sıra ikinci el kıyafet satışının yapıldığı Dolap gibi uygulamalar rağbet görüyor. Kısa süre önce hayata geçen Nivogo ise hem önde gelen markalardan hem bireysel kullanıcılardan aldığı ürünleri ileri dönüşümle yeniden hayata kazandırarak döngüsel modaya katkı sağlıyor.


Atma sat, alma kirala

Son yıllarda hayatımıza giren yavaş moda kavramıyla, geri dönüşüm ve ileri dönüşüm teknikleri, kiralama ve ikinci el satış uygulamalarıyla istifçiliğe çevre dostu bir çözüm sunuyor. Türkiye’de de UnoMoi, ModaLoop gibi kıyafet kiralama uygulamalarının yanı sıra ikinci el kıyafet satışının yapıldığı Dolap gibi uygulamalar rağbet görüyor. Kısa süre önce hayata geçen Nivogo ise hem önde gelen markalardan hem bireysel kullanıcılardan aldığı ürünleri ileri dönüşümle yeniden hayata kazandırarak döngüsel modaya katkı sağlıyor.