Rembrandt van Rijn

Rembrandt
/

Rembrandt: Işığın ve gölgenin ressamından yaşlanmanın anatomisi

Geliştirdiği Rembrandt siyahı tonuna şu anda bilgisayarlarda bile ulaşılamıyor. Belirgin gölgeler ve derinlik hissi vererek ilk üç boyutlu resmi Hollanda’nın önemli ressamlarından biri olan Rembrandt van Rijn yapmıştır.

PROF. DR. AKIN YÜCEL
Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı

Işığın ve gölgenin ressamı olarak bilinen Rembrandt van Rijn, 1606 yılında Hollanda’nın Leiden kentinde dünyaya geldi. Ailesi zengin değildi, ancak çocuklarının eğitimlerine büyük önem verdiler. Rembrandt küçük yaşlarda resme eğilim gösterince, önemli ressamların atölyelerinde eğitim alma şansı buldu. Daha 19 yaşındayken Hollanda’nın önemli ressamları arasına girmiş, 22 yaşında öğrenci yetiştirmeye başlamıştı.

17. yüzyılda Hollanda altın çağını yaşamaktaydı. Tüccarlardan ve denizcilerden oluşan bu toplum, Protestanlığı seçerek Roma kilisesinin baskısından kurtulmuş, adil bir hukuk sistemi ve güçlü eğitim kurumları oluşturarak Avrupa’nın en zengin, kentleşme ve okur yazarlık oranları en yüksek ülkesi haline gelmişti. Bu zenginlik ince bir kültürü de beraberinde getirmiş, sanat sıradan insanların bile hayatına girmişti. Yılda ortalama 70000 tablo satılmaktaydı. Böyle bir ortamda, bu kadar genç yaşta parlayabilmesi, Rembrandt’ın ne kadar büyük bir deha olduğunu gösterir. Rembrandt kısa sürede Hollanda’nın en meşhur ve en iyi kazanan ressamı oldu. Varlıklı bir ailenin kızı ile evlendi, Amsterdam’ın en gözde semtinde yaşamaya başladı. “Dr. Nicholas Tulp’un anatomi dersi” ve “Çarmıhtan indiriliş” gibi başyapıtlarını 26 ve 27 yaşlarındayken yaptı. Ancak 30’una gelmeden hayatı bir seri felaketle alt üst oldu; birkaç yıl içerisinde ilk 3 çocuğunu, annesini ve ardından çok sevdiği karısını kaybetti,  küçük oğlu Titus ile yalnız kaldı.  

IŞIĞI VE GÖLGEYİ USTACA KULLANDI
Günümüzde ilk üç boyutlu tablo olarak kabul edilen “Gece Devriyesi” resmi ağır eleştiriler aldı, siparişleri azaldı, geliri düştü. Yine de resim yapmaya devam eden Rembrandt 1656 yılında iflas etti, evine ve tüm eserlerine haciz geldi. 1663’de birlikte yaşadığı Hendrickje Stoffels, 1668’de oğlu Titus öldü. Rembrandt bir yıl sonra 63 yaşında yalnızlık ve sefalet içinde öldü, kimsesizler mezarlığına gömüldü. Yaklaşık 100 yıl sonra, bu sefer bir müzik dehası, Mozart, aynı kaderi paylaşacak, 35 yaşında sefalet içinde öldüğünde kimsesizler mezarlığına gömülecekti.

Rembrandt’ın resim sanatına kazandırdığı en önemli yenilik, ışığın ve gölgelerin ustaca kullanılmasıdır. Resme bir yerden giren ve giderek etkisini kaybeden ışık huzmeleri, resimlerine olağanüstü bir derinlik ve duygu kazandırır. İyi bir portre ressamı olan Rembrandt, kalabalık kompozisyonlarında her bir figürün duygu durumunu ayrıntılı yüz ifadeleri ile resmetmeyi başarmıştır. Bu kalabalık resimlere genellikle kendisini de ekler; Gece Devriyesi’nde bir asker, Anatomi Dersi’nde bize doğru bakan genç bir öğrenci olarak görürüz kendisini. 

Rembrandt’ın bir başka özelliği de, kendi portresini en fazla yapan ressam olmasıdır. Kendisini resmettiği yüze yakın eseri vardır. Rembrandt portrelerinde kendisini sıklıkla daha eski çağlara ait farklı kostümler içerisinde çizmiştir. Resimleri ayna karşısında yaptığından ellerini genellikle dahil etmemiştir. Ölümüne yakın büyük aynalar çıktığında kendisini boydan da çizmeye başlamıştır. Otoportrelerinin ikisi dışında tümünde kendisini sağ tarafa bakarken resmetmiştir.

Hollanda’nın yetiştirdiği en ünlü ressamlardan olan Rembrandt; erken yaşlardan itibaren oto portresini çizmeye başladı. Yüz yaşlanmasının tüm evrelerini ünlü ressamın çizimlerinden takip etmek bir plastik cerrah için heyecan verici.

KENDİ PORTRESİNİ EN FAZLA YAPAN RESSAMLARDANDIR
Çağının en önemli portre ressamı olan Rembrandt, hayatının her döneminde yüzünde ortaya çıkan değişimleri ayrıntılı bir şekilde portrelerine yansıtmıştır. Portrelerinde fiziksel ayrıntılar dışında yaşamının farklı evrelerindeki ruh hali de başarıyla resmedilmiştir. Gençliğindeki neşeli ifade yerini, başarısının doruğunda olduğu dönemde gurura, iflas edip yaşlandığı dönemlerde ise hüzne bırakmıştır. Rembrandt’ın oto-biyografi niteliğindeki portrelerini tarihsel sırasıyla izlemek, yüz yaşlanmasının fizyolojisini anlamak açısından bir Plastik Cerrah için çok heyecan verici. Bu resimlerde yaşlanmanın yüzün her bölgesinde yaptığı değişiklikleri ayrıntılı bir şekilde görmek mümkün. 

Rembrandt saç açısından şanslı sayılabilir. Beyazlamakla ve seyrelmekle birlikte saçlarının çoğunu korumuş. Zaman içerisinde üst saç çizgisinin geriye kayması ile alın genişlemiş, yatay kırışıklıklar derinleşmiş, kaşlarının arasında dikey kırışıklıklar ortaya çıkmış. Kaşların düşmesi, üst göz kapaklarında deri yığılması, göz kenarlarındaki kaz ayakları son dönemlerinde çok belirgin. Alt göz kapaklarında torbalanmalar, orta yüzde boşalma ve burun kanatlarından dudak kenarlarına inen nazolabial oluklarda derinleşme olduğunu görebiliyoruz.  Alt yüzde çene hattının bozulması, dudak kenarlarından aşağıya inen üzüntü (Marionette) çizgilerinin giderek derinleşmesi, boyunda yağlanma ve deri sarkması ardışık tablolarda çok net izlenebiliyor. Son resimlerinde gözlerindeki hüzün ve yorgunluk açıkça görülmekte. 

Günümüzde olsa, Plastik Cerrahi yöntemleri ile yüzdeki fiziksel değişikleri ve yaşlanma belirtilerini azaltmak belki mümkün olabilirdi, ancak bakışlardaki üzüntüyü ve hayal kırıklığını silmek hiç birimizin harcı değil. Güzellik, ancak gözlerdeki ışıltı ile anlam buluyor.