/

Amerikalılar kadar beyaz ve güzelmişiz!

İLLÜSTRASYONLAR: SERHAT GÜRPINAR

Sene 1929’dur. İlk duyuru 4 Şubat tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkar. Dünyanın pek çok yerinde güzellik yarışmaları yapılırken, bizim de bir güzellik kraliçemiz niçin olmasındır?

NUR ÇİNTAY

Şartnamede asgari katılma yaşının 15 olduğu yazar. Bunun sadece bir yüz güzelliği yarışması olmadığına dikkat çekilmiştir: “Endam tenasübü (vücut güzelliği) de şarttır.”
Bir de ‘namus’ ölçüsü belirlenmiştir: “Müsabakaya her namuslu Türk kızı iştirak edebilir. Irk, din ve mezhep farkı aranmaz. Bar kadınları müsabakaya iştirak edemezler.”
İlk fotoğraf 7 Mart tarihinde yayımlanır. Necla Refik Hanım, boynundaki incileri ısırmaktadır!

Yarışma sonunda ilk Türkiye Güzeli seçilecek olan Feriha Tevfik’in fotoğrafından iki ay sonra da şikâyet haberi çıkar: “Benim saçlarım Allahtan kıvırcıktır, bu belli olmamış” diyen Feriha’nın, laf aramızda yarışma için 15’e büyütülen yaşı aslında daha 13’tür.
125 güzelin de fotoğrafı yayımlandıktan sonra sıra okur oylarına gelir. Büyük jüri karşısına çıkmaya hak kazanan 48 yarışmacı arasına Feriha 11. sıradan girer.
Büyük jüri mi dedik, dev de diyebilirdik: Halit Ziya Uşaklıgil, Peyami Safa, Cenap Şehabettin, Abdülhak Hamit ve eşi Lüsyen hanım, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Fahri Ozansoy… Vasfi Rıza Zobu, Bedia Muvahhit, İbrahim Çallı, Vedat Tek, Zekeriya ve Sabiha Sertel…

Tarihi gün 2 Eylül, mekânsa Cumhuriyet gazetesinin üst katıdır. Ertesi gün yazılanlara göre “Güzellerden bazıları mahcup, bazıları serbest, kimileri seri, kimisi nazan bir yürüyüşle geçmiş”, sonra da birer birer sandalyeye çıkıp “endamlarını göstermişlerdir”. Birinci seçilen Hicran Hanım olur fakat o da ne; birkaç gün önce evlendiği ortaya çıkmasın mı?! “Siz evlenmek suretiyle en iyi iltifata nail olmuşsunuz. Bizim iltifatımıza ihtiyacınız yok” der Halit Ziya Uşaklıgil ve seçim yinelenir.
Nihai kraliçe “Orta boylu, kıvırcık lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı” diye tarif edilen Feriha Tevfik olur.
Büyük ödüller “mükellef bir buket” ile “gayet zarif şişeler içinde” kolonyadır!
Buket gelir ama ilerleyen günlerde bukle gider: Halkın aşırı ilgisinden rahatsız olan güzelimiz için özellikle izdihama yol açtığı vapur seferleri çok bunaltıcı bir hal alır: “Benim en çok canımı sıkan şey vapurda haberim olmadan buklelerimden birini kesmeleridir.”
Türkiye’nin ilk güzellik kraliçesini merak eden sadece vapurdaki vatandaş değildir tabii, yabancı basın da ilgisiz kalmaz. 29 Kasım 1929 tarihli Cumhuriyet’ten beraber okuyalım: “Feriha Tevfik Hanım’ın resimlerinin Amerika gazetelerinde intişarı, bizim lehimizde ne mühim bir propaganda oldu.
Türkleri zenci, sarı veya kırmızı ırktan zanneden sürü sürü Amerikalılar kendileri kadar beyaz ve güzel olduğumuzu, Feriha Hanım’ın resimlerinden anladılar. Memleketimiz ve milletimiz namına ele geçen böyle masrafsız bir propaganda fırsatını kaçırmamak, ondan azamî istifade etmek mecburiyetindeyiz. Bu fırsattan istifade milli bir vazifedir. Azamî istifade ise ancak müsabakalara güzel, çok güzel kız göndermekle kabil olur.”
Yaaa… Altı üstü bir güzellik yarışması… Ama aynı zamanda da nasıl bir Cumhuriyet tarihi, uluslararası ilişkiler, dertler, zaaflar yumağı…
(Gökhan Akçura’nın ‘Ivır Zıvır Tarihi’ne sevgilerimle…)

Artık kimse bir şey söylemiyor; ‘paylaşıyor’, ‘paylaşacak oluyor’, ‘paylaşımda bulunuyordu’. Plaza türkçesi bunu gerektiriyordu.

Plaza Türkçesi Işınlarda Uyusun!

İyi tarafından bakalım: Başımıza bu Covid belası gelmeseydi, ‘aynen aynen’, ‘kesinlikle’, ‘aynen’ diye geçecekti günler. ‘Evet’, ‘tabii’, ‘doğru’, ‘tamam’ vs şeklinde pek çok basit kelimeyi dolaşımdan kaldıran ‘aynen’, en son bir taksi şoförünün dudaklarının arasından çıktığında pik yaptı benim için: Arabasına binip “Kadıköy’e rica edeyim” dememin üstüne o da “Aynen”i yapıştırdığında! 

Bunun bir benzerini ‘‘sıkıntı yok’’la yaşamıştık. Şahsi zirvemde şoförün yerinde garson vardı. Masada bana ait olmayan kirli bir bardak duruyordu ve “Temiz bardak alabilir miyim?” dediğim garsonun cevabı “Sıkıntı yok”tu! 

Halbuki sıkıntı gayet somut biçimde, kirli bardak şeklindeydi. Ama tam 10 yıl önce bir Kuzey Tekinoğlu (Kıvanç Tatlıtuğ) klasiği olarak hayatımıza giren bu kalıp; ‘tamam’ın, ‘tamamdır’ın, ‘oldu’nun, ‘olur’un, ‘okey’in, ‘peki’nin, ‘tabii’nin, ‘elbette’nin helvasını kavurmuştu tabii ki de! 

Bir yıldır ‘pandemi süreci’ndeyiz malum, son zamanlarda ‘mutasyon’ haberlerini takip ediyoruz. ‘Uzak’ bir Nuri Bilge Ceylan filmi, ‘Yakın’ bir Ege Soley kitabı, ‘Çok Uzak Fazla Yakın’ ise sadece bir Türkan Derya filmi değil delirmekle aramızdaki mesafe de olabilir, zira ‘bulaş riski’ni minimumda tutmak için ‘sosyal mesafe’ye o kadar takılmasak da, hani derler ya, sırf dilinde!

Yoğun kurumsal ilişkiler içinde olanlar iyi bilir, epeydir her şey ‘set ediliyor’, ‘forward ediliyor’, ‘assign’, ‘handle’, ‘manage’, ‘push’, ‘deal’… ediliyordu. Kimse girmiyor, çıkmıyor, göndermiyor, herkes ‘giriş, çıkış ve gönderi yapıyor’du. “Arayacağım, kontrol edeceğim, bitireceğim” diyene güvenemezdiniz, ‘arıyor olacak’, ‘check ediyor olacak’, ‘bitiriyor olacak’tı. Artık kimse bir şey söylemiyor; ‘paylaşıyor’, ‘paylaşacak oluyor’, ‘paylaşımda bulunuyordu’. Plaza Türkçesi bunu gerektiriyordu. 

Ama salgınla beraber gördük ki bütün bunlar evden de mümkünmüş. Zaten Club House da ‘monetize etmek’ üstüne tüyolarla dolu. Topuklu ayakkabı gibi düşünün. Evlerden çalışılıp da plaza hayatı bitince, plaza dili de ışıklar içinde uyusun! 

Nur içinde mi yatsın, ne münasebet! Huzur içinde mi uyusun, yok! Artık vefat edenler için en makbul temenni, ‘ışıklar içinde uyu’ması. Fakat bunun da ‘bir tık’ ötesini gördük: Işınlar içinde uyusun! 

Nasıl yani? Öldükten sonra da radyoterapi mi görsün? Bir rahat versek de rahmetli huzur içinde uyusa?..

Yemek Sepeti’nin imdâda yetiştiğini inkâr edemeyiz ama bazen  gönül şımartılmak istiyor. Fuudy, işte bu işe yarıyor. 

Restoran Hasreti Had Safhada

Marketlerde un reyonlarının boşaldığı, evinde fazla mayası olanın eşe dosta haber saldığı kıtlık günlerinin yıldönümündeyiz. Eskiden yemek için yaşayanlarla yaşamak için yiyenler diye iki gruba bölünürdük ya, şimdi evde kendi ekmeğini yapanlar ve yapmayanlar diye o ayrım. 

Yumurta bile kıramıyor diye övünen kuşağa inat, onların çocukları ekşi maya ekmek kesitinin delik çapıyla hava atıyor. Sırf börek değil türlü çeşit galette yapanlar, turşusunu kendi kuranlar, komşulara ev yapımı panettone dağıtanlar, herkesin maşallahı var.

Amma ve lâkin her şey de bir yere kadar. Başlardaki bu mutfak çıldırması aylar içinde ivme kaybetmedi mi? Kaybetti. Sabrımız doldu taştı, restoran özlemimiz tavan yaptı. Meyhane fotoğraflarına bakarken gözümüze hep soğan kaçar oldu.  

Bu sektörün ayvayı en feci şekilde yediğini biliyoruz. Sosyal medyada ‘Garsonlar taş mı yesin’ başlıklı gruplar açılıyor. Sevdiği küçük lokantalara kendi kişisel çabalarıyla destek olanlar az değil ama gölde damla. Bir de dönemin ihtiyaçlarına uygun yeni oluşumlar var ki, hem bize hem sektöre, herkese fayda. Bebek’teki ünlü Lucca’nın da sahibi olan Cem Mirap’ın hayata geçirdiği aplikasyon Fuudy, onlardan. 

Arada köşedeki köftecinin de Yemek Sepeti’nin de imdada yetiştiğini inkâr edemeyiz ama bazen de gönül şımarmak, şımartılmak istiyor. Fuudy, işte bu işe yarıyor. 

Gastronomiyi dert edinen birinci sınıf işletmeler var repertuarında, bu da standardın üstünde lezzet siparişi demek. Yeniköy’de o iki şahane kadın şefin her lokmada marifetini gösterdiği restoranları mı düştü mesela aklınıza? Araka’dan (Pınar Taşdemir) Hurmalı Kuzu Tandır ve Muluhiyeli Firik Pilavı? Pekmezli Kuzu İncik ve Tahinli, Zahterli Sıcak Fava? Apartıman’dan (Burçak Kazdal) Tembel Mezesi, Fingerlime’lı Tarama, Zencefilli Fava, Enginarlı Kuzu Basma? Hayhay, kredi kartınıza verdiğiniz onayla, kapınızda.

Sunset de var listesinde, Snob Street Food da, Sanayi 313 de. Paper Moon’dan Aman da Bravo’ya, Inari Omakase’den Cantinery’ye, Dragon’dan Mangerie’ye, 29’dan Moda Deniz Kulübü’ne… Artık atmosfer-ambiyans katkısı da bir zahmet ev sahibinde.


İkonik demeden nasıl yaşamışız? 

Tasarım dünyası geçmişini onsuz nasıl geçirdi? Moda dergileri nasıl çıktı? İnsanlar nasıl konuşup da anlaştı? ‘İkonik’ kelimesinin bu kadar yaygın kullanılmadığı 30, 20, hatta 10 yıl öncesinde sahi nasıl yaşandı?

Yaşı geçkince bir ex dergici olarak “bal gibi” diyeceğim ama bugünden bakınca imkansızmış gibi de gelmiyor değil!  İkonik modacı, ikonik tasarımcı… ikonik ürünler, çizgiler… ikonik evler, ofisler, daha demin okuduğum bir yazıda dendiği üzere ikonik fikirler… ikonik kollar, yakalar, saçlar, detaylar… ikonik tasarımlar… 

Kaş, kirpik, gülüş tasarımı derken artık yer gök ikonik tasarım.


NUR ÇİNTAY

Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Cosmopolitan, Esquire, Aktüel, İstanbul Life, Radikal ve Sabah’ta muhabirlik, editörlük, köşe yazarlığı yaptı. Şimdi olanları izliyor ve ev kadınlığını öğreniyor. Yemekleri ve sofraları bol iltifat alıyor.

Yorumunuz

Your email address will not be published.