Chanel

/

Neden marka giyeriz?

Kaliteli, dayanıklı ve mükemmel şekilde tasarlanmış eşyalar kullanma isteği mi yoksa “ben bol sıfırlı bir banka hesabına sahibim,” demenin kestirme yolu mu? Sahi, biz insanlar ünlü markalara ait – hatta çoğu zaman üzerinde bir başka kişinin ismi ve soyadı yazan – ürünlere neden o kadar çok para veriyoruz? 

ELİF NAZLI DURAN

Milyon dolarlık çantalar, saatler ve ayakkabılar… Lüks tüketim kesinlikle sınır tanımıyor; talep olduğu müddetçe arz da devam ediyor ve bu ürünlere ait global pazar yıllık yaklaşık 200 milyar dolarlık hacmiyle diğer pek çok sektör arasında yıldız gibi parlıyor. Ve işin tuhafı, ürünlerin etiketlerindeki fiyatlar arttıkça fonksiyonelliklerinde hiçbir değişiklik olmuyor. Öyle ya, 1.900.000 USD değerindeki Hermés Rose Gold çantanın eşyalarınızı taşıma işini basit bir plastik çantadan daha iyi yapacağını kim iddia edebilir ki? Ya da 17 milyonluk elmas işli stiletto’nun ayağınızı vurmayacağını!

Tabii, bu söylenenler işin esprisi çünkü lüks tüketim mallarının fonksiyonelliklerin dışında, daha derinde yatan, çok daha farklı işlevleri var. Bu işlevlerin başında da elbette onlara sahip olana kazandırdıkları imaj geliyor. İşte biz de, bu sayımızda, bireyleri pahalı ürünler satın almaya iten motivasyonu enine boyuna incelemeye ve işi hem psikolojik hem de sosyolojik boyutuyla ele almaya karar verdik. Rehberimizse bu konu üzerine yapılan bilimsel çalışma ve deneyler oldu. 

Lüks tüketim alışkanlığının iki temel motivasyonu var: “sahip olma” ve “gösterme, sergileme arzusu”.

Bu çalışmalardan ilki University of British Columbia’dan Karl Aquino ve Jessica Tracy’ye ait olandı. Lüks tüketim alışkanlığının kökeninde iki temel motivasyonun yattığını ve işin ilginci bu iki temel motivasyonun birbirileriyle çeliştiğini açıklayan iki araştırmacıya göre bunlardan ilki “sadece sahip olma” ikinciyse “gösterme, sergileme” arzusu. Aquino ve Tracy, bu sonuca tam yedi farklı deney yaparak ulaşmışlar. Bu deneylerin birinde, deneklere, pahalı çanta, ayakkabı ve aksesuar taşıyan gelişigüzel kişilere ait fotoğraflar gösterilmiş; bu kişiler hakkında ne düşündükleri sorulmuş. Deneyin sonucu hayli ilginçmiş, kişiler fotoğrafları da kendi tüketim alışkanlıklarına göre değerlendirmişler. Lüks tüketimi kaliteli eşyalara sahip olmak için bir araç olarak görenler fotoğraftaki kişileri “başarılı”, diğer gruptakiler ise “kibirli” insanlara benzetmişler. 

Öte yandan, bazı çalışmalar da, lüks markalara yönelimde düşük kendine güven faktörünün önemli rol oynadığını gösteriyor. Buna göre, özellikle bu ürünleri alacak gücü olmayan kişiler, onları özgüvenlerini yükseltecek, kendilerine bir aidiyet duygusu kazandıracak birer arzu nesnesi olarak görebiliyorlar. Özellikle online alışverişin böylesine kolay hale geldiği şu günlerde (Pandemi nedeniyle ülkemizde yapılan online alışveriş hacmi beş yıl içinde geleceği seviyeye sadece bir yıl içinde ulaşmış), binlerce liralık çantalar, ayakkabılar sadece bir tık uzağımızdan bize göz kırpıyorlar. İndirimler, kampanyalar ve taksit seçenekleri de onları göreceli olarak daha da ulaşılabilir kılıyor. İnsanların tüketim alışkanlıklarını inceleyen bazı uzmanlarsa, lüks markalara ait ürünler satın almanın, yoğun tempoda çalışan ve buna karşılık iyi kazanan kişilerin kendilerini ödüllendirme yollarından birisi olduğunun altını çiziyor. 

Bu konudan bahsetmişken, “sadece çok çok zenginlerin giyebileceği kadar eski bir gömlek” sözünü de hatırlamamak, olmaz. Gerçekten de, zenginlikleri herkes tarafından malum olan ve kanıtlayacak pek fazla şeyi olmayan kişilerin, markalı ürünlere pek de fazla yönelmedikleri belki onların gösteriş türünün de eski ve ucuz şeyler seçmek olduğu biliniyor. İlginç, değil mi?

 

PAHALI ÜRÜN GERÇEKTEN KALİTELİ ÜRÜN MÜ?

Pahalı ürün tutkusunun kökeni sorulan pek çok kişi, bu alışveriş eğiliminin itici gücü olarak kaliteye verdiği önemi işaret edebilir. Ancak, kalitenin ölçüsü nedir sorusunu yanıtlamak ilki kadar kolay olmayacaktır. 

Örneğin fiyatı yaklaşık 200 bin Türk Lirası olan bir saati düşünün; onun bedeliyle, yine dünyaca tanınan, uzun yıllardır üretim yapan bir diğer markaya ait yaklaşık 100 saat alabilirsiniz. Aradaki kalite farkı gerçekten de yüz katı mı olacaktır? 

ORİJİNALLİK MESELESİ ÖNEMLİ

Söz konusu lüks tüketim ürünleri olunca akla gelen diğer bir konu da replika ürünler. Gerçekten de, en ünlü ve pahalı markalara ait çantaların, giysilerin, ayakkabıların birebir benzerlerini bulmak hiç de zor değil; hem de onda bir fiyatına. Hal böyleyken; yani tamamen aynılarına (ki bu ürünlerde fonksiyonellik de ziyade görünümün önemli olduğu düşünülürse bu benzerlik daha da anlamlı) ulaşmak böylesine kolayken, niye orijinalleri hâlâ yoğun şekilde talep görüyor? Amaç bu ürünler sayesinde bir statü kazanmak olduğunda aynı işi birebir kopyasının yapacağı gerçek. Ancak psikologlara göre, durum pek böyle sayılmaz ve bunu düz mantıkla açıklamaya çalışmak hiç de rasyonel değil. Yale Üniversitesi uzmanları, orijinalliğe ve gerçekliğe duyulan ihtiyacın temellerinin daha çocukluk çağında atıldığından bahsediyorlar. 


Şeytan Prada Giyer

Lauren Weisberger’in “Şeytan Prada Giyer” kitabından aynı isimler uyarlanan film, ülkemizde “Şeytan Marka Giyer” adıyla vizyona girdi. Amerikan Vogue dergisinin acımasız patronu Mirada’yı canlandıran Meryl Streep, inanılmaz başarıyla yansıttığı bu rolle Altın Küre’yi kucakladı (2006). Filmde moda ve moda dergisi dünyası, acımazsızca eleştiriliyor. Ancak o kadar cıvıltılı, renkli, havalı bir dünya ki bu, o ortamda olma isteğinizi söndürmeye yetmiyor. 


ASLINDA NEYİN BEDELİNİ ÖDÜYORSUNUZ?

Satın aldığınız o çok pahalı markalara ait bazı elbiselerin, tişörtlerin iç etiketlerine baktınız mı hiç? Eğer bakacak olursanız, bunların azımsanmayacak bir kısmının polyester, elastan gibi sentetik malzemelerden, Çin, Bangladeş veya Endonezya gibi işçiliğin oldukça ucuz olduğu ülkelerde yaptırılmış olduğunu görebilirsiniz. O zaman da aklınıza şu soru gelebilir: “ben neyin bedelini ödüyorum?”. Aslında sadece bir tişört aldığınızda bile; mağaza kirasından dünyanın tüm moda dergilerine verilen yüksek bedelli ilanlara, ünlü Hollywood yıldızı reklam yüzlerine ait reklam bütçelerine ve şatafatlı ambalajlara pek çok gider kaleminin o tişörtün fiyatına dahil edildiğini unutmayın. Öte yandan, kaşmir, ipek, saf yün ve deri gibi malzemelerin ise daha uygun fiyatlı markalar tarafından sunulduklarında bile son derece kaliteli ve dayanıklı olacakları bilgisi de aklınızın bir köşesinde durabilir.

YENİ LÜKS KAVRAMI

Lüks tüketime ait pazar hacmi inanılmaz boyutlara ulaşırken bir yandan da son yıllarda çoğu kişi bambaşka bir kavramdan bahsetmeye başladı: Yeni lüks. Uzun yıllardır moda editörlüğü yapan Nazlı Barantan, bakın bu konudaki görüşlerini nasıl dile getiriyor:

“Ne çevreye inanılmaz zararlar verilerek çıkarılan altınlar, ne işçilerin hayatlarına mal olan elmaslar ne de bir palto uğruna onlarcası katledilen hayvanlar… Görünen o ki, tüm bunların sembolü olduğu lüks ve ihtişam kısa bir süre sonra tamamen geride kalacak ve bunların yerini birer prestij kaynağı olarak “sürdürülebilirlik”, “çevreye duyarlı” gibi kavramlar alacak. Zaten bu akımın ayak sesleri bir süredir duyuluyordu. Ancak geçtiğimiz yıla damgasını vuran pandemi, toplumların bazı şeyleri daha derinlemesine sorgulamasını sağladı ve insanlar çevreyle, dünyayla ve kendi temel ihtiyaçlarıyla olan ilişkilerini tekrar gözden geçirdiler. Binlerce liralık bir çantayı kolumuza takmak mı sizi daha önemli bir insan yapacaktı yoksa aynı meblağı bir sivil toplum örgütüne bağışlamak mı? Bu akım yükselişte iken markalar cephesinden de iyi haberler gelmeye başladı. Kâr amacı gütmeyen H&M Vakfı, Bangladeş’teki kadın hazır giyim işçilerini desteklemek için uzun vadeli bir proje başlattı. Tommy Hilfiger’ın döngüsellik çabaları, yeni kullanılan elma kabuğu teknolojisinin yanı sıra geri dönüştürülmüş denim, kaz tüyü, yün ve pamuk gibi malzemelerle giysiler üretmeyi içeriyor.  

VAKKO VE BEYMEN

Türkiye’de lüks tüketim denince akla öncelikle iki marka geliyor. Bunlar elbette Vakko ve Beymen. Hem kendi etiketleriyle üretim yapan hem de dünyaca ünlü pek çok markayı ithal eden Vakko ve Beymen şık mağazalarıyla moda tutkunlarını ağırlıyor ve onlara alışveriş asistanından eve servise kadar pek çok lüks hizmet veriyor. Vakko’nun hikayesi 1934 yılında kurduğu “Şen Şapka” adlı küçük bir şapka dükkânı ile başlamış. Kurucusu Vitali Hakko, Şen Şapka’nın adını bir süre sonra Vakko’ya dönüştürmüş. Ve Vakko Türk ipeği, pamuğu ve yünüyle yapılmış son moda eşarplarıyla tüm dünyada tanınan bir marka haline gelmiş. 

Vakko’ya kıyasla biraz daha genç olan Beymen’in tarihçesiyse bundan yaklaşık 50 yıl öncesine dayanıyor. 1960’lı yılların sonlarına doğru İtalyan moda evi Silvano Corsini ile gerçekleştirilen işbirliği neticesinde Beymen’in ilk tohumları atılmaya başlanmış. Beymen etiketi ile kendi ürünlerini piyasaya sürmesi ise 1971 yılında Şişli’de açılan bir mağaza ile gerçekleşmiş. Beymen, ilk olarak erkek koleksiyonunu müşterileri ile tanıştırmış. 

 

EN DEĞERLİSİ LOUIS VUITTON

Yaklaşık 35 milyar dolarlık bir marka değerlemesine sahip Louis Vuitton, daima dünyanın en değerli markaları arasında ilk sıralarda yer almayı başarıyor. Değer sırasına göre, Louis Vuitton’ı izleyen diğer lüks tüketim markalarıysa şunlar: Chanel, Hérmes, Gucci, Cartier, Dior, Tiffany&Co, Burberry ve Prada. 

 

REPLİKA ÜRÜNLERİN BARKODLARI BİLE OLUYOR

Yazımızda daha önce de bahsettiğimiz gibi, lüks markalar aracılığıyla belirli bir statü sahibi olmak isteyen ancak bütçesi buna elvermeyen kişiler sıklıkla replika ürünlere yöneliyor. Durum böyle olunca da, sahte ürünler sektörü inanılmaz bir hacimde üretim yapıyor. Hatta öyle ki, bazı kaliteli replikaları markaların uzmanları dahi ayırt edemiyor. Bu ürünler, barkodlarından orijinallik kodlarına gerçek mallardaki tüm detaylara sahip şekilde üretiliyor. 

Dünya genelinde en fazla replikası yapılan ürünlerin başında Louis Vuitton geliyor. Onu, Burberry, Gucci, Chanel ve Michael Kors izliyor.

 

DÜNYANIN İLK MARKALARI

Markalardan bu kadar bahsetmişken onların tarihini es geçmek olmaz. Gerçekten de, ilk markayı kim yarattı ve o küçük sihirli kumaşları yani etiketleri giysilerin içine dikmek kim aklına geldi? İşte sorunun yanıtı. 

Brooks Brothers: ABD’nin en eski moda markası olan Brooks Brothers, 1818 yılında New York’ta kurulmuş. Marka hâlâ ayakta ve ülkemizde de birkaç butiğiyle hizmet veriyor. 

Hermes: Fransız modaevi Hermes, adını ilk olarak yaptığı son derece kaliteli eğerler ve diğer el yapımı deri aksesuarlar aksesuarlarla duyurdu. 1837 yılında Thierry Hermes tarafından kurulan marka, hâlâ dünyanın her yerinde lüks tüketimin başlıca simgelerinden. 

Worth: Paris’te yaşayan bir İngiliz olan Charles Frederick Worth (1825-1905) tarafından kurulan marka, günümüzün moda markalarına yakın şekilde birçok terzi çalıştıran ve hazır giyim üreten konfeksiyonların ilki olarak biliniyor.

/

Bu dünyadan Karl Lagerfeld geçti

Hayatının hemen her işiyle kitleleri etkileyen, ilham veren moda tasarımcısı, sanatçı, fotoğrafçı, karikatürist, kreatif direktör ve nice ünvanı üzerinde taşıyan Karl Otto Lagerfeld 85 yaşında, pankreas kanseri nedeniyle yaşamını yitirdi. yaşanan bu ayrılık moda dünyasını yasa boğarken, Lagerfeld ardında ölümsüz eserler bıraktı. Lagerfeld’in hayat öyküsü ve yaşamının dönüm noktalarını sunuyoruz… 

BURAK KURU

Karl Otto Lagerfeld, 10 Eylül 1933’te Hamburg’da dünyaya geldi. Annesi Berlin’de yaşayan bir kadın iç çamaşırı satıcısıydı. Hamburglu babası ise kurduğu süt krallığı sayesinde çok varlıklı bir adamdı. Aile, İkinci Dünya Savaşı’ndan babasının parlak işleri sayesinde yoksulluğa düşmeden çıkmayı başardı. 

Lagerfeld doğum tarihinin yanlış olduğunu ve aslen 1938 doğumlu olduğunu, babasının İsveç asıllı olduğunu inatla iddia etse de sonraları bu iddiası çürütüldü. Yaşını küçültme konusunda takıntılı olan Lagerfeld’in gerçek yaşını kimse bilmiyor çünkü bununla ilgili ortaya atılan iddiaları hep yalanladı ve asla doğum tarihini açıklamadı. 

Daha çocukken görsel sanatlara olan ilgisini yaptığı çizimlerle belli etti. Ders dinlemek yerine sürekli çizim yapardı. Lagerfeld bir röportajında okulda öğrendiğinden çok daha fazlasını Kunsthalle Hamburg müzesine düzenli olarak yaptığı ziyaretlerden öğrendiğini anlatıyor. İlham kaynağı Fransız sanatçılar olduğu için öğrenim hayatına devam etmek için ailesine şart koştu: Fransızca öğrenmek. Bu sayede Fransa’ya taşındı ve okula burada devam edip çizim ve tarih branşlarına odaklandı. 

YVES SAINT LAURENT’LE AŞK-NEFRET İLİŞKİSİ 
Paris’te iki sene yaşadıktan sonra 1954’te girdiği Woolmark yarışmasında “En iyi mont” dalında birinci oldu ve böylece moda dünyasına adım attı. Yarışmadan sonra Pierre Balmain tarafından işe alındı. Aynı yarışmada “En iyi elbise” ödülünü kazanan 18 yaşındaki Yves Saint Laurent ile tanıştı. İlerleyen yıllarda ikili; aşk-nefret ilişkisinin ete kemiğe bürünmüş hali oldu. 

Lagerfeld; Balmain için 3 yıl çalıştıktan sonra Fransız Jean Patou markasının sanat direktörü oldu. Bundan sonraki büyük sıçramasını 1967’de kürk ve deri tasarımlarıyla tanınan Fendi’de çalışmaya başlayarak yaptı. Lagerfeld ölene kadar Fendi için vazgeçilmez oldu. 54 yıl boyunca 100’den fazla koleksiyona imza attı. 

HAYVAN HAKLARI SAVUNUCULARI ONA DÜŞMANDI
Lagerfeld’den Fendi’nin kürk tasarımlarını modernize etmesi istenince bu durum yıllar boyunca Lagerfeld’in hayvan hakları savunucularının bir numaralı düşmanı ilan edilmesine neden oldu. 

70’li yıllarda Paris’in bohem hayatına kendini kaptıran Lagerfeld 1973 yılında Andy Warhol’un “L’Amour” filminde yer aldı. Bazı sahneleri Lagerfeld’in evinde çekilen filmde tasarımcı kendisi gibi bir modacıyı canlandırırken, bu dönemde 18 yıllık hayat arkadaşı Jacques de Bascher’le de tanıştı. 

Lagerfeld’i uluslararası üne kavuşturan Chanel için 36 yılda imza attığı başarılar oldu. Lagerfeld işe alındığı sırada Chanel için moda dünyası “ölmek üzere olan bir marka” yorumunu yapıyordu.

İSMİNİ HERKES 1983’TE DUYDU
Lagerfeld’in ismini asıl duymamıza neden olan olay 1983’te yaşandı. Lagerfeld bu tarihte Chanel ile part time olarak çalışmaya başladı. Fendi ve Chloe gibi markalar için de çalışmayı sürdürürken Lagerfeld’i uluslararası üne kavuşturan, Chanel için çalıştığı 36 yılda imza attığı başarılar oldu. Lagerfeld işe alındığı sırada Chanel için moda dünyası “Ölmek üzere olan bir marka” yorumunu yapıyordu. Chanel’i hayata döndüren Lagerfeld’in hazır giyim tasarımlarını yenilemesi oldu. Markanın iç içe geçmiş iki C’den (Coco Chanel) oluşan, bugün kullanılan güncellenmiş logo tasarımı da Lagerfeld’e ait. 

Chanel’in günümüzde kullanılan iç içe geçmiş iki C’den oluşan logo tasarımı da Lagerfeld’e ait.

VE CHANEL POP KÜLTÜRÜYLE TANIŞIR
Lagerfeld 1990’lı yılların ortalarına doğru Chanel’i pop kültürüyle tanıştırdı. 1994 yılında Paris’teki moda haftasında defileye çıkardığı Kate Moss, Carla Bruni ve Naomi Campbell gibi top modellere şalvar pantolon, balıkçı şapkası ve kot giydirdi. Aynı defilede bir model paten ve tulum giyerek podyuma çıktı. Chanel’in Lagerfeld öncesi dönemi düşünüldüğünde bu çok büyük bir atılımdı. Lagerfeld eski Chanel için bir röportajında, “Parisli doktorların eşleri” tarafından giyilen kıyafetler ürettiğini söyledi.

KADROYA WINTOUR DAYANAMADI
1993 yılında Milano Moda haftasında Fendi’nin siyah beyaz koleksiyonu için striptizcileri ve porno film yıldızı Moana Pozzi’yi podyuma çıkarınca Vogue Amerika’nın ünlü yazı işleri müdürü Anna Wintour defileyi terk etti. 

Modacının H&M için hazırladığı tasarımların tamamı dakikalar içinde satılmıştı.

SLIMANE TASARIMLARINI GİYEBİLMEK İÇİN 40 KİLO VERDİ
Neredeyse bir üniforma gibi üzerinde taşıdığı siyah takım elbisesi, atkuyruğu yaptığı beyaz saçları, deri eldivenleri ve gözlüğüyle dünyada en çok tanınan moda tasarımcısı olan Lagerfeld bu imajına bürünmeden önce yaklaşık 40 kilo verdi. 2001 yılında fazla kilolarından kurtulan Lagerfeld’i bu yola sokan şey, Dior Homme’un ünlü tasarımcısı Hedi Slimane’nin kıyafetlerini giymek istemesi oldu (Slimane, aşırı küçük bedenlerde, dar, slim kıyafetler yapmasıyla ünlü bir tasarımcı). Lagerfeld zayıflamak için şekeri, peyniri ve ekmeği hayatından çıkarttı ve her gün 10 kutu diyet kola içti. Diyetinden asla taviz vermeyen tasarımcı durumunu şöyle açıklamıştı: “Ormandaki hayvanlar gibiyim. Yiyemeyeceğim şeye elimi sürmem.” 

2004 yılında H&M’le yaptığı işbirliği büyük ses getirdi (bu H&M’in de bir tasarımcıyla yaptığı ilk işbirliği idi). H&M için tasarladığı ürünlerin dakikalar içinde tamamen satılması ile Lagerfeld’in tasarımları “sokağa inmiş” oldu. Fendi’nin Asya pazarına açılmasıyla 2007 yılında Çin Seddi’nde Çinli modellerle bir defile yaptı. Defile 10 milyon dolara mal oldu ve büyük sükse yaptı.

DÜNYANIN EN ŞANSLI KEDİSİ CHOUPETTE
2011’de hayatımıza Choupette girdi, dünyanın en şanslı ve en ünlü kedisi oldu. Model Baptiste Giabiconi tarafından Lagerfeld’e hediye edilen Burma cinsi Choupette’in özel bakıcıları, Instagram ve Wikipedia sayfaları var, özel jetle seyahat ediyor ve adına yazılmış bir de kitap var. Lagerfeld’in kedisi için “yasal olsa onunla evlenirdim” dediği iddia ediliyor. Choupette, Lagerfeld’in tek varisi idi. 

Lagerfeld 2017’de Paris kent madalyası “Grand VermeIl”e layık görüldü. Paris Beledİye Başkanı Anne Hidalgo madalyayı verirken, “Paris seni seviyor, sen Paris’sin” demişti.

KİLOLU KADINA TAHAMMÜLÜ YOK
Kariyer yolculuğu boyunca çok eleştirilmesine neden olan açıklamalar yaptı. Kilolu kadınlara tahammülü olmayan Lagerfeld, şarkıcı Adele için 2012 yılında, “Biraz fazla şişman ama yüzü güzel ve ilahi bir sesi var” sözleriyle büyük tepki toplamış ve sonrasında özür dilemek zorunda kalmıştı.  Lagerfeld’in en beğendiği ünlü ise tabii ki incecik bedeniyle Victoria Beckham. “Aynı beslenme alışkanlığına sahibiz.” dediği Beckham’a olan beğenisini, “O harika bir kadın. Ona bayılıyorum. 4 çocuktan sonra böyle bir fiziğe sahip olması inanılmaz. 

Çok disipline biri” diye anlatıyordu. 

Adele skandalıyla yetinmeyen Lagerfeld, 2013 yılında Cambridge düşesi Kate’in kız kardeşi Pippa Middleton için “Yüzünü beğenmiyorum, bize hep sırtını göstermeli” diyerek yine çok tartışılmıştı. 

SEN PARİS’SİN!
Alman tasarımcı Karl Lagerfeld yaşamının büyük çoğunluğu Paris’te Fransız markaları için çalışarak geçirdi. Fransa’ya ve Paris’e olan sevgisini her fırsatta dile getirdi. Paris’e üstün hizmetlerinden dolayı 2017 yılında Paris kent madalyası “Grand Vermeil”e layık görüldü. Tasarımcı 38 metrelik Eiffel Kulesi replikasıyla hazırlanan defilenin bitiminde madalyasını Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo’dan aldı. Hidalgo madalyayı verirken, “Paris seni seviyor, sen Paris’sin.” dedi. 

DİLLERE DESTAN KÜTÜPHANE
Okur yazarlığıyla da bilinen Karl Lagerfeld’in kitap tutkusu onu en eşsiz kütüphanelerden birinin sahibi yaptı. Paris’te dillere destan, iki katlı kütüphane dairesinde sanat, tarih, fotoğraf, tasarım ve moda konusunda binlerce kitabı koleksiyonunun parçası olarak yer aldı. 


Karl Lagerfeld’den inciler

“Kimse için gerçek olmak istemiyorum, kendim için bile.

“İmkânsız olmak istiyorum, sevdiğim kişiler için bile. Diğer insanların hayatlarında gerçek olmak istemiyorum. Hayalet gibi olmak istiyorum. Görünüp sonra kaybolmak. Başkasının hayatında bir gerçekliğim olsun istemiyorum. Kendiminkinde bile. Her şeyin sırrı bu. Bu bir savaş ve yalnızlık bir zaferdir.”