Tarihi değiştiren güç olarak bir hayvandan bahsedecek olsaydık, bu kuşkusuz at olurdu. Özgürlük, asalet, sadakat sembolü bu canlar, yüzyıllardır bizimle…
ASLI DELİKARA
Hemen hemen tüm kültürlerde görkemli güzellikleriyle övüldüler, uğurlu, kutsal kabul edilerek anlam dünyamızın parçası oldular. Medeniyetlerin genişlemesinin yani alışverişlerin, fetihlerin, yeni yerler görmek ve insanlarla tanışmanın atlarla mümkün olabilmesi, onları değerli kıldı kuşkusuz. Atı evcilleştirmeyi başaran ilk kavimler, savaşlarda büyük üstünlük ele geçirip, kıtaları fethettiler ve atlarına büyük kıymet verdiler, en başta da Türkler. Atın evcilleşmesi ve üzengi gibi binilmesini kolaylaştıran ekipmanın icadı, Türklerle işaretlenir.
Hipokrat’a adını veren sevgi
Eski Yunanlılar ata ‘Hippos’ diyordu. Atın atası kabul edilen otçul ve çok toynaklı bir memeli olan bu türe ait fosiller milyonlarca yıl önce var olduklarını gösteriyor. Evrim sürecinde tek tırnaklı hale geldiler, bacakları uzadı, zebra ve eşeklerin de dahil olduğu familya ‘Hippomorpha’ ortaya çıktı (günümüze ulaşan tek familya Equidae, yaşayan türü ise Equus’tur). Atlarla ilgili kullanılan kimi sözcükler ve isimler Hippo kökü taşır; hipodrom gibi. At sevgilerinden dolayı Antik Yunan toplumunda çocuklara “hippo” yani at ile başlayan isimler verildi, Tıbbın babası olarak adlandırılan Hipokrat, Hippias, Hipparkos gibi isimler, kökünü attan almıştır.
Ne yer ne içerler?
Otcul hayvanlardır. Arpa, yulaf, saman, buğday, buğday kepeği, soka küspesi, şekerpancarı yer, meralarda taze ot, yonca yemeği sever, bol taze suya ihtiyaç duyarlar. Elma, armut, havuç gibi yiyecekler ödül niyetine verilebilir, bayılırlar. 25-30 yıl kadar ömürleri vardır, iyi bakılırlarsa bu süre uzayabilir.
Hayatımıza nasıl girdiler?
Hayatımıza girişinin etinden yararlanmak üzere Tunç Çağı’nda başladığı düşünülür. Evcilleştirilmesinin yani binicilik ya da yük taşıma amaçlı kullanımının bozkır göçebe toplumlarda (Ukrayna ve Kazakistan civarında) başlamış olabileceği en yaygın kabuldür.
“At Türk’ün kanadıdır”
M.Ö. 8-9. yüzyılda yaşayan Hunlar, 7-8. yüzyılda yaşamış Oğuzlar yani Proto-Türk olarak bilinen kavimlerin (kimilerince İrani bir halk kabul edilen İskitler’in) atı evcilleştiren kavimler olduğu kabul görmektedir. Bu toplumlar ilk atlı askerî birlikler oluşturmuş ve geniş topraklara at sayesinde egemen olmuştur. Çocukluktan çıkar çıkmaz at binmeye başladığı söylenen Eski Türklerin atasözlerinde, sporlarında, düğünlerinde atın önemli bir konumda olduğuna dair birçok örnek vardır. Kaşgarlı Mahmut’un ‘Divânu Lûgat’it-Türk’te geçen ‘At gibi sözler genelde ata ithaf edilen olumlu özelliklere, ‘Atın üstündeki Türk değilse yüktür’, ‘Türk çadırda doğar, at üstünde ölür’ gibi sözler ise Türklerin atlı kültürüne vurgu yapar. Eski Türklerde ölen kişiye yol göstermesi için atının da öldürülerek kurganlara konması birçok arkeolojik buluntuyla tespit edilmiştir (o dönemin değer anlayışı, maalesef). Onların kuyruğu bile semboldür, ölen kişinin atının kuyruğu kesilir ve buna ‘tullama’ (dullama) adı verilir. Atla binicisi eş kabul edildiği için, sahibi ölünce atı da dul kalmış sayılır.
Yergi değil iltifat: At hırsızı
Çerkes toplumunda kullanılan bu deyim, evin ferdi gibi görülen atı kaçırabilecek denli gözü pek, mahir olan kişiyi tarif eder. Hikayesi; zengin ağanın kızına âşık olan fakir gencin ağanın atını kaçırarak onun gözündeki sınavı geçmesine bir göndermedir.
Nika Ayaklanması (M.S. 532) olarak anılan bu olaylar zincirinde, at yarışı taraftarlarından Maviler (çoğunlukla soylular, toplumun ileri gelen kesimi) ile Yeşiller (esnaf ve yoksul halk ağırlıklı) arasındaki çatışma, hükümdara karşı yeğeninin tahta geçmesini isteyenlerce de kışkırtıldı. Olaylar sarayı işgal etme noktalarına ulaşmışken, isyancıları Hipodrum’da kıstıran generaller ayaklanmayı 30.000 civarı taraftarı öldürerek bastırdı. Atları yarıştırma tutkusu, günümüze kadar kesintisiz devam etti. Makinaların icadı ve hayatın önümüze sunduğu yeni oyuncaklarla ilgi azalsa da at yarışçılığı bir yanıyla soyluların ve burjuva kesimin localardan izlediği öte yandan bahislerle daha ziyade alt sınıfların tutkusu olarak devam etmekte.
Tartışma:
Dünyaca ünlü İngiliz yarış atlarının kökleri Türk atlarına mı dayanıyor? Jeremy James imzalı ‘İngiliz Yarış Atlarının Atası Türk Atı’ ve Donna Landry imzalı ‘Asil Hayvanlar: İngiliz Kültürünü Değiştiren Doğulu Atlar’ adıyla yayımlanan kitaplar, ‘evet’ diyor. Landry’nin kitabını Türkçe’ye kazandıran Kapadokya Ün. Beşeri Bilimler Fak. İngilizce Mütercimlik ve Tercümanlık Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sinan Akıllı, safkanların şeceresinin İkinci Viyana Kuşatması’ndan geri çekilen Osmanlılardan ele geçirilen ‘Azaraks’ adlı Türkmen atıyla başladığını ifade ediyor.“‘Proto Ahal-Teke’ olarak kabul edilen bu Türkmen atına kendisini ele geçiren Kral III. William’ın yüzbaşısı Robert Byerley’den ilhamla ‘Byerley’s Turk adı’ verilmiş. 1690 yılında ise Kuzey İrlanda’da gerçekleşen bir at yarışında Byerley’s Turk, yarışı kazanarak kayıtlara geçmiş, birçok yarış atının ve ünlü kısrağın babası olarak ‘Safkan’ adı verilen soyun belkemiğini oluşturmuştur. Frankel isimli efsane yarış atının da şeceresi işte bu Byerley’s Turk’e kadar uzanır”. Akıllı; “Soyu bir Türkmen atına dayanan ve Safkan olarak anılan bu atları ‘Safkan İngiliz’ değil ‘Safkan’ olarak tanımlamak daha doğrudur” diyor ve ekliyor: “Soyu ünlü at ırkı Ahal- Teke’ye dayandırılan Türkmen atlarını özel kılan şey zeki, güçlü, çevik ve birçok at ırkına nazaran yüksek atlar olmalarıdır”. Ve bir not daha; İrlandalı yazar Jonathan Swift, dünyaca ünlü romanı ‘Guliver’in Gezileri’nde kendine bir ülke ve uygarlık yaratan zeki atları kurgularken işte bu Türkmen atlarından esinlenir.
Truva Atı
Homeros’un İlyada destanında bahsedilen Troya savaşı, Akhalılar (Yunanlılar) ile Troyalılar (Truvalılar)’ın Çanakkale bölgesini ele geçirme arzusunun yanı sıra bir aşk hikayesiyle de anılır ve savaşı içine askerlerin gizlendiği tahtadan devasa bir atı düşman topraklarına sokan Akhalılar kazanır. Bilgisayarlara sızan zararlı (virüs) programlarının adı, bu hikâyeye binâyen Truva Atı’dır.
Mitolojide adalet, sadakat, asaleti simgelerler
Mitolojide genellikle göklere layık görülmüşlerdir; Şamanlar yer ve gök dünyaya onlar sayesinde yolculuk yapar. Muhammed Miraç’a kanatlı atı Burak’la çıkmıştır. Tulpar (Pegasus) biz fanilerin göremeyeceği rüzgâr kanatlarıyla göklere koşar ve adalet dağıtır. Bamsı Beyrek destanında ‘Dengiboz’ sahibini yedi yıl sadakatle bekler, Köroğlu’nun kader arkadaşı ‘Kırat’ıdır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sini yol arkadaşı ‘Küheylan’ın sırtında tamamlar. Birçok kültürde masumiyet, sağlık, güç gibi anlamlar yüklenen tek boynuzlu at Unicorn, günümüzde hem yaratıcı iş girişimlerini tanımlar (unicorn girişim; airbnb, facebook gibi) hem de gökkuşağı ile birlikte LGBTİ simgesidir.
Sanat ve edebiyattaki yerini kısaca anlatmaz zor
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim” dizeleriyle Nazım Hikmet atlı kültürümüze selam gönderir (Davet şiiri). Yaşar Kemal’in en çok alıntılanan sözü “O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” olmalı. Cemal Süreya, en çok ezberlenen şiirinin enerjisini, atların soluk soluğa koşturmasından alır. “kırmızı bir at oluyor soluğum yüzümün yanmasından anlıyorum yoksuluz gecelerimiz çok kısa dörtnala sevişmek lazım” Kemal Tahir, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Zarifoğlu, Murathan Mungan, Yahya Kemal gibi yazar ve şairlerin eserlerinde, Nuri Bilge Ceylan sinemasında atlar özgürlük, asalet, güç simgesi olarak yer bulur.
Sinemanın unutulmaz atları
Efsanevi yarış atı Bold Pilot ve binicisi Halis Karataş’ın öyküsünü ‘Bizim için Şampiyon’ filmiyle beyaz perdeye aktaran Ahmet Katıksız, atların hassasiyetini, binicisiyle bütünleşmesini başarılı biçimde sunar. Dünya sinemasına gelirsek, özellikle kovboy filmlerini atsız düşünmek mümkün değildir. Caroline Thompson’ın Siyah İnci’si (1994) ve Steven Spielberg’ün Savaş Atı (2011), dünyayı bir atın gözünden görür. Filozof Nietzsche, zaten bozuk olan akıl sağlığını Torino’da bir sürücünün atını kırbaçlamasına tanık olunca büsbütün yitirir. Yönetmen Béla Tarr; bu olaya gönderme yaptığı 2011 yapımı ‘Torino Atı’ filminde, atın akıbetinin peşine düşer ve onun gözünden insan-hayvan hepimizi kapsayan bir mutsuz son tablosunu peliküle aktarır.
Akıllı Hans Etkisi
Sene 1895. Almanya’da bir matematik öğretmeni (Wilhelm von Osten) atı Hans’a dört işlemi, zamanı, okuma yazmayı öğrettiğini iddia eder. Hans, “eğer ayın sekizinci günü salıya isabet ederse, bir sonraki cuma ayın kaçıncı günü olur?” gibi sorulara toynağını yere vurarak cevap vermektedir. Hans, bilim komitelerince incelenir ve nihayet biyolog, psikolog Oskar Pfungst; atın zannedilen anlamda zihinsel işlemler yapmadığını, fakat kendisini izleyen insanların tepkilerindeki küçük değişimler yoluyla beklentileri algılayarak yanıt verdiğini ortaya koyar. ‘Akıllı Hans Etkisi’ adı verilen bu çalışma, izleyici beklentisinin olaylar üzerindeki etkileri ve hayvan bilişselliği araştırmaları adına önem taşımaktadır.