Sistemin dayattığı güzellik anlayışı doğrultusunda ayakta kalabilmek uğruna tuhaf bir çözüme uzanan ve giderek bir ucubeye dönüşen televizyon yıldızının öyküsü… Ve de cinsiyet değiştirme operasyonuyla hayatını trans birey olarak sürdürmeye başlayan Meksikalı bir kartel patronu… Yakın aralıklarla vizyona çıkan Cevher ve Emilia Pérez, “ruh ve beden” denklemi arasında dolaşan ve konuları itibarıyla adeta “akraba” olan iki ilginç yapıt…
UĞUR VARDAN

Zaman herkes gibi Elisabeth Sparkle’ın da kapısı çalmış, ‘O eski halinden eser yok şimdi’ çizgisine getirmese de enerjik, genç, dinamik görüntüsünün ve günlerinin geride kaldığını hatırlatır olmuştur. Ama bu çok izlenen bir aerobik programının yıldızının asıl problemi patronu Harvey’dir ve sistemin işlemesi adına hareket ettiği iddiasındaki bu kişi 50 yaşına bastığı gün çalışanını kapı önüne koyar. O artık kadrajın dışında kalmaya mahkûmdur. Bu beklenmedik gelişmenin yaşandığı döneme geçirdiği trafik kazasının tedavisi esnasında bir can simidi uzatılır ona: Bir erkek hemşire mucizevi bir seçenek sunar, gizli yollardan ulaşılan bir ilaç ona yeni bir hayat suyu olacaktır. Bu adeta tıbbi bir mucizedir ama öte yandan son derece tuhaf bir çözümdür: Elisabeth ilacı kendine enjekte eder ve çok geçmeden sonuç alır. İçinden genç bir modeli çıkmıştır. Sue adını taşıyan bu farklı sureti onun yerini alacak ve sektördeki varlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Ama ‘kullanım talimatı’ gereği bu tek ruhun iki bedendeki yolculuğu bir anlamda birer haftalık nöbetlerle sürmek durumundadır. Sue bir hafta ortalığa çıkar, ertesi hafta Elizabeth görevi devralır. Bu döngü içinde kendisine daha fazla zaman ve enerji isteyen genç kanat, dengeyi bozacak hamlelerde bulunmaya başlar…
Girişte konusunu özetlediğim ‘Cevher’ (The Substance), temel olarak sistemin dayattığı güzellik, estetik ve her daim gençlik anlayışına yenik düşmemek ve düzenin çarklarında daha uzun süre hayat şansı bulmak adına tehlikeli sulara açılan bir yıldızın adım adım çöküşünü perdeye taşıyor. Coralie Fargeat imzalı yapım öyküsünü aslında bildik bir fikir üzerine inşa ediyor; ayakta kalmak adına ruhunu ama asıl olarak bedenine yenileme çabası… Lakin bu tür isteklerin elbette ödenmesi gereken büyük bedelleri oluyor.
uğranılan bu limana bu kez abartılı bir hamleyle yaklaşıyor. ‘Tek ruh iki beden’ formatında Sue, daha fazla sahne almak, daha fazla
etkin olmak derdiyle avantajı eline geçirmek için kimi adımlar atarken bunun yansıması Elisabeth’in yaşam formuyla oynamak anlamına geliyor. Yani denge bir tarafa kayıyor ve problemler baş göstermeye başlıyor.
Yönetmen Fargeat, elbette anlattıkların yeni olmadığının farkında ve bu yüzden öze katamadığı enerjisini biçime yöneltmiş. Bu açıdan ‘Cevher’ özellikle geçmişte usta David Cronenberg’in filmlerinde kıyıya vuran ve ‘body horror’ denilen türü göz kırpan bir toplumsal hicve dönüşüyor. Ama ben bu hicvin fazlasıyla abartılı olduğu kanaatindeyim. Biz seyirci olarak zaten öykünün iletmeye çalıştığı mesaja yeterince hâkimiz ama film sanki bizim bu mesajı algılamada bir problemimiz varmış gibi
davranıyor ve “Yeter artık, derdinin farkındayız” dememize (!) rağmen hız kesmiyor ve tuhaf, rahatsız edici makyajlar ve protezlerle biçimsel gösterisine devam ediyor. Bu da bana kalırsa bir noktadan sonra kendisini tekrarlamasına ve içinin boşalmasına neden oluyor.
‘CEVHER’ CANNES’DA ‘EN İYİ SENARYO’ ÖDÜLÜ KAZANDI
Öte yandan 2024’te Cannes’da ‘En İyi Senaryo’ ödülünü alan filmi çok sayıda eleştirmenin ve seyircinin beğendiği de bir gerçek. Bence Fargeat’ın yapıtının en kayda değer yanı Hollywood’daki kariyerinin bu öyküde anlatılan karakteri çağrıştırması bakımından
Elisabeth Sparkle’ı Demi Moore’un canlandırması olmuş. Moore bu yıl Oscar’larda ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında beş adaydan biri oldu. Bu arada filmde Sue’yu canlandıran Margaret Qualley’nin Andie MacDowell’ın kızı olduğunu notunu da düşeyim…
UYUŞTURUCU PATRONU CİNSİYET DEĞİŞİRİRSE
Rita Moro Castro, içinde yer aldığı sistemin iyilerden çok kötüler için çalıştığının farkına çoktan varmış ama elinden bir şey gelmediğinin de bilincinde olan bir avukattır.
Derken kaçırılır ve kendisini Mexico City’nin suç haritasında önemli bir nokta olan Manitas del Monte’nin karşısında bulur. Bu kartel patronunun ondan bir isteği vardı; detaylı bir arama-tarama işine soyunacak ve Manitas’ın istediği cinsiyet dönüşümü gerçekleştirecek en doğru merkezi bulacaktır. Bu iş için aldığı para da onun hayatını kurtaracaktır.
Kabul eder, en uygun adresi bulur, operasyon gerçekleşir, patron artık yeni bir beden ve kimliğin sahibidir. Ama bir süre sonra tekrar karşısına çıkar ve yine, yeni bir istekte bulunur.
Öldüğü yalanıyla ortadan yok olmasıyla birlikte İsviçre’ye yerleştirdiği eski karısı ve iki çocuğunun tekrar ülkeye dönmesini sağlayacaktır. Bu arada kendisini de eşi Jessi ve çocuklarına, Manitas’ın sonradan ortaya çıkan yakın bir akrabası olarak tanıtacaktır.
‘Düşen Adamlara Bak’ (Regarde les hommes tomber), ‘Yeraltı Peygamberi’ (Un prophète), ‘Pas ve Kemik’ (De rouille et d’os), ‘Dheepan’, ‘Sisters Biraderler’ (Les frères Sisters) gibi yapıtlarıyla tanıdığımız Jacques Audiard, müzikal türde çektiği, Meksika dizilerini de hatırlatan suç draması ‘Emilia Pérez’de tıpkı ‘Cevher’de olduğu gibi ‘Ruh ve beden’ meselesine farklı bir pencereden bakıyor… Melodramatik yapısıyla Pedro Almodóvar yapımlarını da andıran bu çalışma Cannes’da ‘Jüri Ödülü’ne uzanırken dört kadın oyuncusuna da (Zoe Saldaña, Karla Sofía Gascón, Selena Gomez ve Adriana Paz) ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ verilmişti…
İKİ FİLMİ DE ‘MUBI’DE İZLEYEBİLİRSİNİZ…
Bu ekipten Karla Sofía Gascón’un farklı bir hikâyesi var; şöyle ki 52 yaşındaki İspanyol oyuncu yıllardır erkek kimliğiyle (o zamanki adı Juan Carlos Gascón’tu) Meksika dizilerinde rol almış. 19 yaşında tanıştığı Marisa Guitierrez’le evlenen ve bu birliktelikten bir kız çocuğu olan Gascón 2009’da Meksika’ya taşınmış, 2018’de de trans birey olduğunu açıklayan otobiyografisiyle yeni kimliğini kamuoyuyla paylaşmış. Bu geçişte karısının ve kızının desteğiyle olduğunu da her fırsatta belirtmiş. Karla Sofía Gascón, yukarıda da vurguladığım gibi bu yıl Cannes’da rol arkadaşlarıyla ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında ödüle layık görülürken aday ilk trans birey olarak festivalin tarihine geçti.
Her iki yapım da 2024’ün sonlarında ülkemizde vizyona girdi. İki film de hali hazırda ‘MUBI’ adlı platformda gösterimde. Dolayısıyla sinema salonlarında kaçırdıysanız izlemeniz için halen fırsat var. Öte yandan Zoe Saldaña, Emilia Pérez’deki performansıyla ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalında Oscar aldı. Dolayısıyla 2024’te vizyona giren ve konuları, dertleri, bakış attıkları meseleler itibariyle birbirlerine ‘akraba’ olan bu iki yapıtı bu sayımızda sayfalarımıza taşımak istedim.
Yazıda da belirttiğim gibi ‘Cevher’i beğenmedim ama tabii ki izlenmeli. ‘Emilia Pérez’i ise konusu, tarzı, türü (müzikal) ve oyunculuk performanslarıyla kayda değer buldum. Sizlere de gönül rahatlığıyla tavsiye ederim…