Tiyatro

Cate Blanchett at the 88th Annual Academy Awards held at the Hollywood & Highland Center in Hollywood, USA on February 28, 2016.
/

Rolleri gerçeğe dönüştüren yetenek: Cate Blanchett

Canlandırdığı her rolü parlatıyor; mimikleri, ses tonu, karizması ve güzelliğiyle büyülüyor… Blanchett, sinemanın en önemli, en çok kazanan, gelecekte nice başarılara imza atması beklenen isimlerinden biri. Özellikle Blue JasmIne’deki büyüleyici performansı filmi defalarca izletebilir. Bu yetenekli Oyuncuyu daha yakından tanımak ister misiniz? 

BURAK KURU

 

Her ne kadar Avustralya’da doğup büyümüş olsa da babası Teksaslı bir deniz subayıydı. Görev için geldiği Melbourne’de Blanchett’in annesiyle tanışıp evlenmeye karar verdi. Blanchett 10 yaşındayken kalp krizi geçiren babasını kaybetti. Verdiği bir röportajda o günü şöyle anlatıyor: “Piyano çalıyordum ve pencerenin önünden geçtiğini gördüm. Ona el sallayarak veda ettim”. Babasıyla düzgün bir şekilde vedalaşamadığı için ünlü aktris ailesindeki herkesle vedalaşmadan evden çıkmamayı ritüel haline getirdi. 

Annesi ve anneannesi tarafından büyütüldü. Blanchett’in iki kardeşi daha var. Abisi bilgisayar mühendisi, kız kardeşiyse tiyatro tasarımcısı oldu. Blanchett, Melbourne Üniversitesi’nde sanat tarihi eğitimi aldı. Profesyonel oyunculuk kariyeri ülkesi Avustralya’daki tiyatro sahnelerinde başladı. 1993’te ilk kez televizyon ekranında görüldü. 1994’teki Heartland ve 1995’teki Bordertown dizilerinde başrol oynadı. Bu dizilerdeki başarısı onu sinemaya taşıdı ve tüm dünyanın onu tanıyacağı oyunculuk serüveni başlamış oldu. 

ELIZABETH ROLÜYLE OSCAR ADAYLIĞI 

İlk filmi 1997’deki Paradise Road oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Japon savaş kampını konu alıyordu. Blanchett’in ünü takip eden iki sinema filmiyle yükselişe geçti. 1997 yapımı iki film The Wedding Party ve Oscar and Lucinda, adını duyurmasını sağladı ancak asıl kırılmayı 1998’de Elizabeth filmiyle yaptı. Kraliçe I. Elizabeth’i canlandırdığı film ona Oscar adaylığı ve Altın Küre’de En iyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi. Kraliçenin âşık bir ergenden, duygusal kırılganlığını ustaca bastıran siyasi bir güce evrilmesini ve rolünün duygusal gelişimini başarıyla beyazperdeye yansıtmasıyla takdir topladı.  

Farklı türlerdeki filmlerde farklı karakterleri başarıyla canlandırmasıyla çok yönlü bir oyuncu olduğunu kanıtladı. 1999 yapımı hava trafik kontrolörü hakkında bir komedi filmi olan Pushing Tin ve dramatik gerilim filmi The Talented Mr. Ripley filmlerinde yardımcı rollerde oynadı. 2002 yılında Heaven filminde saçlarını kazıtacak kadar içine girdiği rolünde beklediği etkiyi yaratamadı. 

 


Kısa hayat dersi: ‘Her yerden beslenin’

Cate Blanchett’in şu sözü hepimize ders olacak nitelikte: “Hiçbir şey orijinal değildir. Hayal gücünüzü gazlayan, sizi ilhamla titreten her yerden çalın. Eski filmlerden, yeni filmlerden, müzikten, kitaplardan, resimlerden, fotoğraflardan, şiirlerden, rüyalardan, rastgele sohbetlerden, mimariden, köprülerden, tabelalardan, ağaçlardan, bulutlardan, denizlerden, ışık ve gölgelerden…


YÜZÜKLERİN EFENDİSİ’YLE ŞÖHRETİ KATLANDI

Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde Elf Kraliçesi Galadriel’le şöhretin kapılarını biraz daha araladı. J.R.R Tolkien’in fenomen eserinin uyarlaması olan filmle hayran kitlesi genişledi. 2004’te yönetmen Wes Anderson’ın sıradışı komedi filmi The Life Aquatic with Steve Zissou’da Bill Murray ve Owen Wilson’la başrolü paylaştı. 

 

KATHARINE HEPBURN OLDU, OSCAR KAZANDI

Blanchett’in unutulmaz performanslarından biri, ona ilk Oscar ödülünü kazandıran, The Aviator filminde Hollywood yıldızı Katharine Hepburn’u canlandırdığı rolü oldu. 2004 yılında Martin Scorsese’nin yönettiği film milyoner Howard Hughes’un hayatını konu ediniyordu. 

Blanchett’ın izleyicileri en çok şaşırtmayı başardığı film kuşkusuz 2007’deki I’m Not There filmi oldu. Filmde efsanevi müzisyen Bob Dylan’ı canlandıran güzel yıldız yine çok başarılı bir performansa imza attı. Netice şaşırtmadı: Oscar adaylığı elde etti ve Altın Küre ödülü kazandı. 

2007’de kendisine şöhreti getiren Kraliçe Elizabeth rolüne geri döndü. Elizabeth: The Golden Age filminde bu kez kraliçenin olgunluk yıllarını canlandırdı. 

 


Tarihte ilk: Aynı rolle iki kez Oscar adayı

İki kez Oscar kazanan oyuncu kariyeri boyunca çok kez Akademi tarafından ödüle aday gösterildi. Hatta aynı rolle iki kez Oscar adayı olan tarihteki tek oyuncu. Hem 1998 hem de 2007’deki iki ayrı Elizabeth filminde Kraliçe 1. Elizabeth’i canlandırdığı rollerle adaylık kazandı. Katharine Hepburn’u canlandırdığı The Aviator filmiyle Oscar’a uzanan yıldız yine bir ilki gerçekleştirerek, “Oscar kazanmış bir aktrisi canlandırarak” heykelciğe uzandı. Bob Dylan’ın alter egosunu canlandırdığı filmle de, bir erkeği canlandırarak Oscar’a aday gösterilen üç kadından biri oldu. 


 

ÖNEMLİ YÖNETMENLERİN ‘AS OYUNCUSU’

Kariyerine hız kesmeden devam eden Blanchett her zaman önemli yönetmenlerin vazgeçemediği bir oyuncu oldu. 2008’de Steven Spielberg’ün Indiana Jones filminde rol aldı. Aynı sene David Fincher’ın çektiği The Curious Case of Benjamin Button’da Brad Pitt’le birlikte kamera karşısına geçti. Bu filmlerden iki yıl sonra bu kez Ridley Scott ona Robin Hood filminde yer verdi. Woody Allen’ın 2013’teki Blue Jasmine filmiyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kazandı. Blanchett’ın son işi, 1970’ler Amerikası’nda kadın haklarını konu edinen, gerçek kişi ve olayları aktaran televizyon dizisi Mrs. America. Blanchett, kendisi aktivist bir feminist olmasına rağmen dizide Eşit Haklar Tasarısı’na karşı çıkan muhafazakâr isim Phyllis Schlafly’ı canlandırıyor. 

 

TİYATRODA DA VAR

Sinema filmlerinin yanı sıra tiyatro sahnesini de hiç bırakmadı. 1997’de evlendiği yazar eşi Andrew Upton’la 2008 senesinde Sidney Tiyatro Şirketi’nin sanat yönetmenliği görevini üstlendi. 2017’de Anton Çehov’un oyunuyla Broadway’de sahne aldı. Bu performansı ona Tony Ödülü’nde adaylık getirdi. 

 


Woody Allen için ‘Atom bombası’ değerinde

Blue Jasmine filmindeki rolü için Woody Allen, daha en başında aklında Cate Blanchett’in olduğunu şöyle anlattı: “Daha senaryoyu yazarken aklımda Cate Blanchett vardı ama serbest olup olmayacağını bilmiyordum. Onun filme katılması hediye gibi bir şeydi. Elinizde bir atom bombası var gibi bir duygu, o oynarken hiçbir şey hakkında hiçbir zaman endişelenmeniz gerekmiyor.” 


Eşi Andrew Upton

 

BAŞARISI KADAR AİLE HAYATI DA İSTİKRARLI

Yazar, prodüktör, oyun yazarı Andrew Upton’la 24 yıllık evliliklerini gözlerden uzak sürdürüyorlar. 

Çiftin üçü biyolojik, birini evlat edindikleri dört çocuğu var: Dashiell Josh 19, Roman Robert 16, Ignatius Martin 12 ve Edith Vivian Patricia 6 yaşında. 

 

‘FEMİNİST BİR ANNEYİM’

“Kendini feminist olarak tanımlayan, çalışan bir anneyim” diyor ve ekliyor: “Bu kişisel ve profesyonel tutkularımla aileme hizmet etmek ve kendimden vermek arasında denge kurmamı gerektiriyor.” Üç erkek çocuğu olan Blanchett, kız ve erkek yetiştirmenin farklı olduğunu vurguluyor ve erkeklere küçük yaşta kadınlara değer vermeyi ve saygı duymayı aşılamak gerektiğini söylüyor. 

 

“Seksi giyiniyor olmamız sizinle seks yapmak istediğimiz anlamına gelmez.” ya da “Çirkin erkek yoktur, az votka vardır.” sözlerini rahatça sarf eden, The GuardIan’a verdiği bir röportajda geçmişte lezbiyen ilişkileri olduğundan söz eden yıldızın uzun yıllardır süren mutlu evliliği ve dört çocuğu var.  

SINIRSIZ KURABİYE HAKKI

Kamera karşısına geçtiği ilk iş 1990’lı yıllarda ünlü Avustralyalı kurabiye markası Tim Tams’in reklam filmiydi. Tv’de yayınlanan reklamda lamba cinini serbest bırakan Blanchett’a üç dilek hakkı veriliyor, O ise sınırsız sayıda kurabiye diliyor. 

 

MASKEYLE ROL ALDI

O ufak bir rolü benimseyecek kadar kaprissiz bir star. 2007 yılında yayınlanan komedi aksiyon filmi Hot Fuzz’da Yönetmen Edgar Wright’ın, Oscar’lı bir oyuncuyu getirelim ve filmde yüzünü göstermeyelim fikrini komik bulması üzerine Blanchett’e rolü teklif etmiş ve ünlü oyuncu da bu fikri çok sevmiş ve filmde maskeyle oynamış. Üstelik ücret almadan.

/

Tilbe Saran: Hikayeniz varsa dinleyen bir seyirciniz de olacaktır

2500 yıldır değişe, dönüşe, evrile devrile tiyatro sürmüş. Tüm bu yaşananlardan süzülerek hikayeler anlatılmaya da devam edecek. Şekli değişir, mecrası değişir hatta adı bile değişir ama homo sapiens’in “oyun” ihtiyacı, “oyunbaz”lığı değişmez.

PROF. DR. AKIN YÜCEL
Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı

ASLI DELİKARA
FOTOĞRAF: OZAN PEKTAŞ

Sizi tiyatrodan, sinemadan, dizilerden, seslendirdiğiniz kitaplardan tanıyoruz. Çok sevilen bir sanatçısınız. Bütün bu işleri nasıl bir insan yapıyor, kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Galiba kendimi yukarıda saymadığınız bir başka işimle tanımlamak isterim: hayal paylaşan, deneyim aktaran. Hem oyuncu olarak hem eğitmen olarak. Hikayeler paylaşan, hayaller kuran, hayallere ortak arayan biri. Uzun zamandır farklı kurumlarda eğitmenlik yapmaya çalışıyorum. Yaklaşık 10 yıldır Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümünde Oyunculuk Yöntemleri dersi veriyorum. Aslına bakarsanız deneyim aktarıyorum. Sahnede, kamerada ya da mikrofonun önünde olmanın zorluklarının üstesinden gelmenin çarelerini, o parlak ışıkların altında olmanın cazibesi ve bedelini genç meslektaşlarımla paylaşırken yeniden yeniden keşfetmenin tadını çıkarıyorum. Arsızca öğrenmek, daha çok öğrenmek istiyorum… Belki de dünyada eksik bulduklarımı hayallerle bütünlemeye çabalıyorum.

Soldan sağa: Yayın Yönetmeni Aslı Delikara, Tilbe Saran, Akın Yücel

Pandemi koşullarında bu sanat çok sahipsiz kaldı. Dijital sahneler denendi, stand up’lar yapıldı. Güncel durum nedir? Bir toparlanma yaşandı mı?

Pandemi, sektörümüzde olan bazı temel sorunları derinleştirdi. Özellikle küçük ölçekli salonlarda maddi karşılık ummadan hayallerinin peşinden giden pek çok grup dağıldı. Kurumsal kimlikleri daha oturmuş kumpanyaları bile sarstı. Ama her felaketin olduğu gibi pandeminin de bazı artıları oldu. Örneğin Tiyatro kooperatifi kuruldu. Dayanışma ağları oluştu. En güzeli bu oluşumlar İstanbul ile sınırlı kalmadı, diğer kentlere de bulaştı. Öğrenciler, genç mezunlar birbirleriyle ilişkilendi. Canlı performansın sıcaklığında olmasa da yeni mecralar tiyatro sanatına dahil edildi. Yeni teknolojiler yeni arayışlar getirdi. Ayrıca gösteri sanatlarının eğitiminden üretimine var olan yapısal sorunlar masaya yatırıldı, listelendi, adı kondu, çözüm odaklı çalışmalar başladı… Sanat emekçileri, sanat kurumları üzerlerine düşeni yaptı ama anayasada devlet sanatı korur maddesi devletçe çiğnendi. Artık en çok umuda ihtiyaç duyuyoruz. Güvenilir, özgür bir hukuk devletinde hayal kurabilmenin peşinde koşuyoruz. 

Sinemanın olanaklarıyla karşılaştırıp ömür biçilen tiyatro; kendine yeni yaşam biçimleri bulmakta oldukça mahir çıktı. Birçok yeni sahne açıldı, genç bir tiyatro izleyicisi oluştu. Siz tiyatronun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Anlatacak bir hikayeniz varsa mutlaka sizi dinleyen bir seyirciniz de olacaktır.

2500 yıldır değişe, dönüşe, evrile devrile tiyatro sürmüş. Tüm bu yaşananlardan süzülerek hikayeler anlatılmaya da devam edecek. Şekli değişir, mecrası değişir hatta adı bile değişir ama homo sapiens’in “oyun” ihtiyacı, “oyunbaz”lığı değişmez. Tabii yapay zeka insanlığı nerelere sürükleyecek, robotların “sanat”a ihtiyacı olacak mı onu bilemem. Ama “kültür” dediğimiz büyük insanlık birikimi daima sanatla, sanatsı olanla aktarılmış. Yani bence robotlar bile oyun oynamaktan haz duyacaklardır! Çünkü can sıkıntısına tek iyi gelen şey yaratıcılık!

‘‘Türkiye’nin en iyi kadın tiyatro oyuncusu’’ olarak anılan, aynı zamanda sinema, dizi oyuncusu, seslendirme sanatçısı ve akademisyen Tilbe Saran ile sanattan, hayattan, güzellikten, siyasetten, Burgazada’dan ve elbette büyük aşkı tiyatrodan konuştuk…

BENİM GÜZELLİK TANIMIM: Mutluysam, ağız dolusu gülebiliyorsam, sağlıklıysam güzelim! 

Kadınların sürekli ağladığı ya da entrika peşinde koştuğu, mafyanın, çeteciliğin özendirildiği yapımlar çok fazla. Bu konuda senaristler, yapım şirketleri bir özdenetim yapamaz mı? Daha doğrusu toplumu biçimlendirmede rolü olan dizi sektöründeki cinsiyetçi, şiddeti özendiren dil, sizce nasıl daha hümanist bir çehreye bürünebilir?

Yaramıza parmak bastınız!

Ama eğer dikkatinizi çekmediyse artık eskisine göre klişe “kadın” imgesinde, cinsiyetçi söylemde kırılmaların başladığını müjdeleyebilirim. Sektördeki duyarlı kadın yazarlar, yönetmenler, yapımcılar ve oyuncular söz ettiğiniz özdenetimden fazlasını becerdi. Toplumun duyarlılığı da artıkça “taş fırın” erkeklerinin hiç de sempatik olmadıklarını fark edip daha eleştirel bakabiliyoruz. Gerçekten “adaletli” bir hukuk düzenine kavuştuğumuzda da  adaleti namluya sürülen mermi ile sağlamaya meraklıların devri kapanacaktır. Çok sıkı takip etmiyorum ama yaklaşık 60-70 yeni yapım her sene ekranlarımıza geliyor. Bazısı ana akımın gözünden kaçıyor, bazısı uzun süreli olamıyor, bazısı gündem oluşturuyor vs… Ama emin olun bu konuda emek veren, çalışan kurum ve kişiler var ve artık “kadın kadının kurdudur” söylemi “kadın kadının yurdudur”a evrildi. Sözünü ettiğiniz kalıplar da yakın gelecekte çöp olacak. Tabii bu eşit, özgür ve adaletli iklimin siyasi irade tarafından da benimsenmesi gelişim rüzgarlarını olumlu tetikleyecektir. İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz biçimde ayrılan bir akıl elbette ki bu mafya özentili dünyanın ana sebebidir.

Tam da bu noktada haklı serzenişinizi niye yüksek sesle sormadığınızı da ben siz izleyicilere sormak istiyorum: tüketeceğimiz bir ürün alırken sağlığımıza zararlı olup olmadığına bakıyoruz, hatta tüketiciyi koruma kurumuna başvurabiliyoruz değil mi? O zaman bu ruhlarımızı yıpratan, ayrımcılık dilini, şiddet döngüsünü sürekli kullanan ürünleri boykot etmek de sizlerin görevi!

Biraz da tiyatronun güzelliklerinden bahsedelim. Sahne tozu yutanlar dizi ve filmlerden çok daha fazla kazansa da sahne aşkı bitmiyor. Bu çekiciliğin ardında ne var?

Seyircinin soluğu var, eli var, gözü var, alkışı var. Aynı anda ve bir kereliğine birlikte kurulan biricik bir oyun var. Hiçbir şey çocukluğun yerini tutamaz değil mi? İşte o çocukluk var… Elinizde tenekeden bir taç var ben kraliçeyim diyorsunuz ve sizi o teneke tacınızla kraliçe gibi gören hayaldaşlarınız var. Paylaşılan acılar, birlikte atılan kahkahalar var. Seyirciler bizim oyun arkadaşlarımız. İnsan arkadaşlıktan vazgeçebilir mi?

Sol Üst: İntikam (dizi)
Sağ Üst: Martı (fotoğraf:
Banu Kaplancalı)
Sol Alt: Cesaret Ana ve
Çocukları (fotoğraf:
Banu Kaplancalı)
Sağ Alt: Çekmeceler (flim)

Çoğunlukla bilge, kendiyle barışık, sakin karakterleri canlandırıyorsunuz. Öylesiniz de. Vega okuyucularına giderek zorlaşan hayatta insan kalabilmek hatta mutlu olmak için ne tavsiye edersiniz?

Mutluluk bekleyerek ulaşılacak bir yer, gökten kucağımıza düşüverecek bir ruh durumu çıkmasını bekleyeceğimiz piyango gibi bir şey değil. Seçmekle ilgili…

Varoluşumuzun sorumluluğunu taşımakla ilgili… Bu coğrafyada, bu iklimde insan olmak da insan kalmak da zor ama varlığımıza anlam veren de bu arayış, bu çaba… Sisyphos gibi her gün koca bir kayayı dev bir dağa çıkaracağız ve bileceğiz ki ertesi gün yeniden o yola en başından başlayacağız. Mutluluk yolda paylaştıklarımızda… Bir çocuğun gülüşünde, karanlıkta tutulan bir elde, kaldırım kenarından başını uzatmış çiçekte, bir kedinin mırmırında…

Oyunculukta başarının ne kadarı yetenek, ne kadarı çalışmaktan gelir? Bu mesleğe gönül veren gençler nasıl bir yol izlemeli?

Şunu sormalılar kendilerine: şart mı? Gerçekten olmazsa olmaz mı? Eğer öyle hissediyorlarsa Sait Faik gibi “yazmasaydım ölecektim” diyorlarsa, çıksınlar bu yola ve bilsinler ki durmadan çalışmaktan başka bir gizli reçete, sihirli bir formül yok.

YILLARDIR TİYATROYA GİTMEYENLER ÇEKİNMESİNLER. Nereden başlarlarsa başlasınlar, KEYİFLERİNİ YERİNE GETİRECEK çalışmalara rastlayacaklar. Genç, cesur YAPIMLAR, harika oyuncular var. Seyirciler de yaratıcı seçimler denemeli! Risk almak eğlencelidir. 

İstanbul’da yarı adalısınız, Burgazada’da yaşıyorsunuz. Bu kararı nasıl aldınız? Adanızda bizlere önerebileceğiniz bir yeme-içme gezme rotası alabilir miyiz?

Pandemi her zaman hasretini çektiğim doğaya daha yakın olma fırsatı sundu bana. Kent benim için sinema, tiyatro, konser, sergi, müze vs demek. Tüm bu etkinlikler olmayınca denizin sesini, göğün mavisini, toprağın kokusunu sessizce yudumlayacağım bir imkân yarattı ada.

Burgaz küçük bir ada, doğrusu yan yana sıralanmış lokantalarımız belli bir kalite sunarlar misafirlerine. Ama Canan ve Rasim’in küçüçük Fincan lokantası farklı tadlar da deneyimleyebileceğiniz özel bir yerdir. Kalpazankaya’da güneş elbet bir başka batar. Yasemin denizle kucak kucağa oturacağınız bir başka keyifli köşe… 

Şu hayatı keyifli hale getirmek için şunları yaparım dediğiniz ne var, biz de yapalım?

Toprakla, denizle, ormanla, hayvanlarla olmak. İyi romanların içinde kaybolmak, sinemanın büyülü dünyasında kaybolmak, dostlara sofra kurmak, imkan buldukça gezebilmek, ulaşabileceğiniz ellere yardımcı olabilmek, bazen  yüz yüze bazen bir telefonla nasılsın demek ve … Arada sırada Küçük Prens’i okumak. 

Estetik uygulamalar oyuncular için tehlikeli bulunur, mimiklerini kaybetme riskinin altı çizilirdi. Artık bu haberleri görmez olduk. Oyuncular da diğer kadınlar gibi öz bakımın bir parçası olarak bu işlemleri yaptırıyor. Sizin bu konudaki fikriniz nedir?

Doğrusu ben aynı dudakları, aynı kaşları, dişleri görmekten biraz sıkıldım. Farklı olanı seviyorum. Tornadan çıkma, fazla dokunulmuş ve doğallığını kaybetmiş yüzleri cansız buluyorum. Gılgamış gibi ölümsüzlüğün peşinden koşma çabalarını da trajik addediyorum. Bakımlı olmak güzel ama kendimize yabancılaşmadan. 

Biz kadınlara karşı şiddetin neredeyse bilerek engellenmediği bir dönemden geçiyorken Batıda kadınlar siyasette giderek yükseliyor ve toplumda söz sahibi oluyor. Bu makas kapanır mı sizce, nasıl kapanır?

Türkiye’de giderek güçlenen bir kadın hareketi var. Ben her daim, ses çıkartmaktan, sokağa inmekten, tava tencere çalıp, şarkı söylemekten kaçınmayan bu güzelim kadınlara güveniyorum. SusmaBitsin platformu gibi sektörü silkeleyen oluşumlardan, müthiş araştırmalar yapan akademisyenlerden ve dikey hiyerarşiyi reddederek yepyeni dayanışma ağları kuran yapılardan, eşitliği savunan ve buna çaba gösteren erkeklerden umut doluyorum. Ama maalesef “Devlet” “erkek” ve makası “erkekçe” açıyor. İstanbul Sözleşmesi gibi onur duyulması gereken bir antlaşmayı önce imzalayıp sonra caymak pek itibarlı bir tutum değil yazık ki!

Gene de her gün ‘bunu kadınlar yapamaz’ denilen işlerde art arda başarılı kadınları görmek, mesela setlerde özellikle kamera arkası teknik ekiplerde artan kadın sayısına tanıklık etmek iyi geliyor. Gümbür gümbür geliyoruz. Çünkü dünya kuşların tek kanatla uçamayacağını biliyor.

CİLDİMİ KORUMAK İÇİN, SON 6-7 YILDIR vegan ürünler kullanıyorum. Onun dışında yılda 2 kez kendimi ellerinize bırakıyorum. 


Tilbe Saran kimdir?

İstanbul doğumlu Tilbe Saran, St. Benoit Fransız Lisesi, İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nde eğitim gördü. Profesyonel tiyatro yaşamına 1984’de Kenter Tiyatrosu’nda başladı. 1986’da Dormen Tiyatrosu’nda sahnelenen “Hangisi Karısı” oyunundaki rolüyle ilk ödülünü aldı. 1989-1995 yılları arasında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları kadrosunda sahneye çıktı. 1995’te Cüneyt Türel ve Işıl Kasapoğlu ile birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nu kurdu. 

2005 yılından sonra Aysa Prodüksiyon Tiyatrosu’yla çalışmaya başladı. 

Fransa’daki Türkiye Sezonu çerçevesinde, 2009-2010 yıllarında Paris’te sahnelenen, Sedef Ecer’in yazdığı “Sur Le Seuil – Eşikte” adlı oyunda rol aldı. Oyun 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin konuğu olarak Türkiye’de okuma tiyatrosu şeklinde oynandı.

1985 yılından bu yana tiyatro, sinema ve TV dizisi çalışmalarını bir arada sürdüren, aynı zamanda seslendirme ve sunuculuk yapan, şiir okumalarına katılan Tilbe Saran; 2014-1017 yıllarında Oyuncular Sendikası Genel Sekreteri olarak görev aldı. Akademi İstanbul, Maltepe Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi’nde eğitim kadrolarında yer alan Saran, halen  Kadir Has Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.