/

Bilme çağının sihirli araçları

Bu çağ “bilme çağı”. Bilmek istiyoruz. Gideceğimiz yere en kısa yoldan nasıl ulaşabiliriz, kalacağımız otelin kahvaltısı nasıl, robot süpürgemizin toz torbası yüzde kaç dolu, taksi şoförünün puanı kaç, siparişini getiren kurye şu an tam olarak nerede; her şeyi ama her şeyi bilmek istiyoruz. Adı üstünde: Bilgi toplumu!

SERDAR KUZULOĞLU

Pek çok hemcinsim gibi otomobillere meraklıyım. Ama kullanmaya değil; tasarımlarına.

Dolayısıyla eskilere daha çok ilgi duyuyorum. Bugünkünden farklı olarak her markanın, her modelinde ayrı bir iddia taşıdığı; bir karakter oturtmaya ve birbirinden farklılaşmaya çabaladığı o yılları saygı ve özlemle inceliyorum.

Bu tutkunun mabedi diyebileceğimiz müzelerdeki her turumda, dikkatimi en çok iç tasarımın yaşadığı dönüşüm çekiyor. Eskiden yeniye doğru ilerledikçe, sürücünün ve yolcuların maruz kaldığı kadran ve düğme artışını fark etmemek mümkün değil. Teknolojinin ilerlemesine paralel olarak araç hakkındaki mümkün olan her ayrıntı ile ilgili bir gösterge ortaya çıkmış. Motor harareti, yağ basıncı, akü akımı derken bugün dış hava sıcaklığından lastik basıncına, menzilden yeryüzünün hangi koordinatlarında bulunduğumuza kadar türlü çeşit bilgiye maruz kalıyoruz.

Yaşanan dönüşüm, eski ve yeni cep telefonlarındakine çok benziyor.

Araçların iç ve dış tasarımları ne kadar sıradanlaştıysa, gösterge adedi ve sahip olduğumuz bilgi de o kadar çeşitlendi. Öyle ki bazı sürücüler için modern araçlar anlaşılamayacak, kullanılamayacak kadar karmaşıklaştı.

Çünkü bu çağ “bilme çağı”. Bilmek istiyoruz. Mümkün olan her şey hakkında bilgimiz olmalı. Gideceğimiz yere en kısa yoldan nasıl ulaşabiliriz, kaç dakika sonra orada olacağız, yapacağımız tatilde kalacağımız otelin kahvaltısı nasıl, otobüs kaç dakika sonra geçecek, akşam yemeği için gideceğimiz restoranın yorumları ne diyor, robot süpürgemizin toz torbası yüzde kaç dolu, çamaşır makinesinin yıkamayı bitirmesine ne kadar kaldı, telefonumuzun şarjı ne durumda, yarın yağmur yağacak mı, bizi almaya gelecek taksi şoförünün puanı kaç, verdiğimiz yemek siparişini getiren kurye şu an tam olarak nerede; her şeyi ama HER ŞEYİ bilmek istiyoruz. Adı üstünde: bilgi toplumu!

Gönüllü bir cehalet

Bilme arzusuyla yanıp tutuştuğumuz bu çağın en ilginç tezatı ise doğduğumuz günden itibaren gerçekte sahip olduğumuz tek şey olan bedenimize dair bilgisizliğimiz.

Bunun gönüllü bir cehalet olduğunu savunanlar da var. Zira böbreğimizin birinin havlu atmak üzere olduğunu ya da bir türlü geçmeyen yorgunluk halimizin burun kanalımızdaki eğrilikten kaynakladığını öğrenmek ile güzergahımızdaki trafik yoğunluğunu öğrenmek arasında fark var.

Kişisel tecrübe ve gözlemlerim giderek bir dine dönüşen “sağlıklı olmak” halinin sanıldığının aksine istisnai bir durum olduğunu gösterdi. İspatı için basit bir tahlil yaptırmanız yeterli olacaktır.

Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019 yılına ait son verisine göre, Türkiye’de 30 ile 70 yaş arasında kanser, diyabet, kronik solunum ya da kalp-damar hastalıklar sebebiyle ölme riski yüzde 15 seviyesinde .

Bu yaş aralığında olmama rağmen bunların hiçbiriyle ilgili bir kontrol yaptırmış değilim. Sebepleri konusunda bir sorgulama ya da iç hesaplaşma yaptığımı da hatırlamıyorum.

Sayısı ve çeşidi her geçen gün artan “giyilebilir teknolojiler” bu paradoksu çağın tutkuları ve tarzıyla mükemmel şekilde buluşturduğu için yaygınlaşıyor. Bir akıllı saat dahi kalp ritminizden kanınızdaki oksijen seviyesine, kaç adım attığınızdan ne kadar uyuduğunuza kadar farkında bile olmadığınız onlarca bilgiyi küçücük kadranına sığdırmayı başarıyor. Akıllı yastıklar horladığınızı fark ettiğinde yattığınız tarafı şişirerek diğer tarafa dönmenizi sağlıyor. Akıllı yataklar uykunuz boyunca vücudunuzun optimum ısısına göre yüzeyini ısıtıyor ya da serinletiyor. Yakanıza yerleşen küçük klipsler duruşunuzu takip ederek kamburlaştığınız anda sizi titreşimle uyarıyor. Dijital fırçalar titreşimini dişinizin plak oranına göre ayarlayarak kusursuz bir ağız sağlığı vaat ediyor.

Daha da takıntılı olanlar için akıllı telefonlar ile birleşen aksesuarlar ise neredeyse kendi özel laboratuvarınızı kurmanızı mümkün hale getiriyor. Takip ettiğim birkaç örneği paylaşayım. Kanada / McMaster Üniversitesi, geliştirdiği USB bellek boyutundaki bir kit yardımıyla tükürük, kan ve idrar örneği ile sadece birkaç dakika içinde bakteri; hatta Covid-19 gibi virüsleri tahlil ediyor.

İsrail / Technion Üniversitesi’nin benzer cihazı nefesinizden Parkinson, MS, böbrek hastalıklarının yanı sıra kolon, rahim ve prostat kanseri gibi 17 farklı hastalığın teşhisini yüzde 86 isabetle koyabiliyor (Hipokrat’ın “hastalarınızın nefesini koklayın” tavsiyesi boşa değilmiş).

ABD / Washington Üniversitesi’nin geliştirdiği mobil uygulama, telefon kamerasıyla çektiğiniz fotoğraflar üzerinden sivilce ve diş plağına yol açan bakterileri tespit edebiliyor.

Danimarka merkezli Adent adlı girişim yine mobil uygulamasıyla çektiğiniz fotoğraflar üzerinden diş hekiminiz ile ağız sağlığınızı uzaktan denetlememizi sağlıyor. Face2Gene adlı girişim bebeğinizin fotoğraflarını yapay zeka algoritmasıyla inceleyerek genetik ve nadir hastalık tespiti yapıyor. ABD / Emory Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından geliştirilen tırnak fotoğrafıyla anemi testi yapabilen bir mobil uygulama dahi var.

Instagram’ın diğer efektleri

Giyilebilir cihazların en popüleri Apple Watch için sağlık uygulamaları geliştiren Cardiogram şirketinin klinik araştırmasına göre sadece bu saatin topladığı bilgiler ile yüzde 85 tutarlılıkla diyabet teşhisi yapabiliyor. Aynı veriler, yapay zeka algoritmaları ile donanmış uygulamalar yardımıyla uyku apnesi, tansiyon gibi alanlarda da mucizeler yaratıyor (Apple Watch’un EKG ölçümü için FDA onayı alan ilk kişisel cihaz olduğunu hatırlatırım).

Çağın bir diğer akımı “selfie” bile sağlık alanında bambaşka bir kapıyı araladı. Instagram’ın yaygınlaşmasıyla birlikte yüz estetiğine yönelik taleplerde yüzde 40’a varan artış olduğunu gösteren araştırmalar var . Bu tutku filtrelere kadar varınca, 2019 yılında Instagram estetik operasyon etkisi veren filtreleri yasaklama kararı almak zorunda kalmıştı .

Covid-19 ile hayatımıza giren (ve çıkacak gibi görünmeyen) “uzaktan çalışma” ise yepyeni bir akımı tetikledi. Amerikan Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Akademisi’nin 2021 raporuna göre operasyon için başvuran hastaların yüzde 79’unun gerekçesi “video konferans sırasında daha iyi görünmek için” olmuş.

Daha kaliteli bir hayat ya da daha güzel hissettiren bir beden; hiç fark etmiyor. Bilme ve hükmetme arzusunun sınırlarını zorladığımız bu dönemde, en az hekimler ve cerrahlar kadar bedenimizin simbiyotik bir uzantısına dönüşen teknolojik araçlarımızdan da faydalanmaya devam edeceğiz.