/

Yeteneğini artık kimse inkâr etmiyor: Frida Kahlo

Ne geçirdiği kaza ne ressam kocası Diego Rivera ile olan ilişkisi geçmişte sanatçı kimliğini gölgede bıraktı. Günümüzde ressam olarak yeteneğini artık kimse inkâr etmiyor…

MEFARET AKTAŞ

Yirminci yüzyıldan çıkan kadın sanatçılar arasında Frida Kahlo kadar ismi, yüzü ve işleri tanınan başka biri yok. Frida’nın mirası, sadece “Diego Rivera’nın eşi” olarak tanındığı günlerden beri çok yol aldı.

Çok gençken geçirdiği, hayatı boyunca ızdırap çekmesine sebep olan korkunç kaza ile hayatının diğer ızdırabı, ressam kocası Diego Rivera ile olan ilişkisi geçmişte onun sanatçı kimliğini gölgede bıraktı ama artık ressam olarak yeteneğini kimse inkar edemiyor.

Fridamania” aldı başını gidiyor. Beş yıl kadar önce Amerika’da, San Diego’dayım. Kafelerde, barlarda, butiklerde, otellerde, her yerde kahve kupalarından makyaj malzemelerine, aynalardan yatak örtülerine, lambalardan otomobil süslerine Frida var. Sanki ölümünün üzerinden 70 yıl geçmemiş. Sanırsınız burada doğmuş. Amerika’nın güneyindeki pek çok şehirde olduğu gibi burada da büyük bir Meksika mirası var.

Peki ya Bodrum’a ne demeli? Covid – 19 öncesi Bodrum’daydım. Türkiye’nin ve dünyanın pek çok tatil kasabasında olduğu gibi burada da hediye, elişi, sanat vs. dükkanlarında da Frida’yi nakite çevirme çabası var. Dünyanın her yerinde, satıcılar gözlerinde dolar işaretleri dönerek, Frida’nın imajını yapıştırdıkları ürünleri genç sanat öğrencilerine, marjinal grupların üyelerine, cinsiyetinin gururunu evinin dekorunda göstermek isteyen kadınlara pazarlamaya çalışıyorlar. Frida git gide daha yaygın olarak, feministlerin, Chicano’ların (Amerika’daki Meksikalılar) ve LGBQT gruplarının şampiyonu oldu.

Ne yazık ki bu popülarite yıllardır onun sanat dünyasında ciddiye alınmasını hep negatif olarak etkiledi. Çok saçma ve adaletsiz bir şekilde, Frida uzun bir süre “Diego Rivera’nın evde oturmaktan canı sıkılan eşi” idi. Ben kendi çevremde, “Bu kadını da abartıyorlar, altı üstü birkaç naif oto portresini yapmış” deyip, raftaki Frida baskılı kahve kupalarından da sepete atmayı ihmal etmeyenlere kızmaktan usanmıştım.

Ama kraliçe, hep kraliçe… Frida sonunda üç yıl önce, hep hak ettiği saygıyı gördü ve sanatındaki dehayı tescilledi. “Diego y yo / Diego ve Ben” adlı son otoportresi, o yılın Kasım ayında New York Sotheby’s tarafından 34.9 milyon dolara satılarak, bir Latin Amerikalı sanatçının satılan en pahalı eseri oldu. Kahlo’nun daha önce satılan en pahalı eseri “Dos Desnudos en el Bosque (La Tierra Misma) / Ormanda İki Çıplak (Aynı Toprak)”tı. Bu eser, 2016’da bir Christie’s açık arttırmasında 8 milyon dolara satılmıştı.

Kahlo, “Diego ve Ben”i 1949 yılında, ölümünden beş yıl önce bitirdi. Otoportre, gözlerinden yaşlar süzülen Frida’yı, alnında üçüncü göz gibi bir Diego imajı ile gösteriyor. Sotheby’s’e göre portreyi, Diego’nun, kendisini yakın arkadaşı María Félix ile aldattığı dönemde yapmış. Frida kocasını hayatının “öteki kazası” olarak tarif edip, “Olağanüstü bir varlığın müttefiki olarak, zor ve belirsiz olan rolümde kocaman bir kırmızının içinde yeşil bir nokta gibiyim. Dengenin bedeli bu,” demişti. Bu ifadeyi sanatçılar ve grafik tasarımcılar iyi anlar.

Kırmızı ve yeşil birbirini iptal eden iki renktir. Birini ötekisinin içinde görmek imkansızdır. Bu eser, yalnızca ressamın kocası ile olan güçlü simbiyotik ilişkinin simgesi değil aynı zamanda onun yaptığı son otoportre.

Sotheby’s New York’un Modern ve Empresyonist Sanat Bölümü’nün ortak yönetmenlerinden Julian Dawes “Ben bu tabloya baktığımda aklıma önce, ünlü İspanyolca deyim ‘Abre los ojos /Aç gözlerini’ geliyor. Bu cümle, tam da Kahlo’nun insanı delip geçen o bakışını temsil ediyor. Ama bundan sonra sanat piyasasının gözlerini Frida Kahlo’ya yeni bir şekilde açmasını ve ona açık artırma sahnelerinde hak ettiği yeri vermesini de temsil edecek” diyor.

Diego Rivera’nın şimdiye dek satılan en pahalı eseri 9.8 milyon dolara alıcı buldu. Frida, kocasını kat kat geçtiği gibi, tabloları en pahalıya satılan kadın ressam ünvanına da yaklaşıyor. Bir tek, bu rekoru 44.4 milyon dolara satılan “Jimson Weed / White Flower No. 1” adlı eseri ile tutan Georgia O’Keeffe kaldı önünde.

Her şey bir felaketle başladı

Frida çocukluğunda babası gibi fotoğrafçılığa ve tıp alanına ilgi duyuyordu. Biraz da resme… Ama daha 18 yaşındayken korkunç bir kazanın kurbanı olunca dünyası altüst oldu. İlk erkek arkadaşı Ariaz ile okuldan dönerken bindiği otobüse bir tramvayın çarpması sonucu omurgası ve kalça kemiği de dahil olmak üzere onlarca kemiği kırıldı ve iç organları hasar gördü. Otobüsün uzun demirlerinden biri Frida’nin vücuduna girmişti ve metal, Ariaz ve diğer yolcular tarafından olay yerinde çıkarılırken çok acı çekti. Kaza sonrasında geçirdiği sayısız ameliyattan sonra, iki sene de yatalak olmak zorunda kalınca, artık tıpta bir kariyer sahibi olamayacağına inandı ve kendisini resme verdi. Annesinin yatağının üzerine yerleştirttiği aynanın yardımı ile ilk otoportrelerini yapmaya başladı. İki sene sonra zar zor ayağa kalksa da kazanın sebep olduğu acıları hayatının sonuna dek çekecekti. Frida’nın vücudunun kırıklığı ile Diego’yla olan evliliğindeki sorunlar onun işlerindeki kişisel ikonografiyi yarattıysa da bana (ve tabii ki pek çok sanat tarihçisine ve eleştirmene) sorarsanız, tüm bu acıları yaşamasaydı, Frida yine de tarihin en önemli kadın ressamlarından biri olacaktı. Çok bilinen “Ayaklarım! Kanatlarım varken size ne ihtiyacım var?” sözünden kendisinin de böyle düşündüğü anlaşılıyor.

Kahlo, Rivera ile bir gün ona değerlendirmesi için resimlerini götürdüğünde tanıştı. Diego daha o zamanlar dünyaca ünlü bir muralist (duvar ressamı) idi.

Gerisi tarih işte! Birbirleriyle iki kez evlenen çiftin ilişkileri modern sanat tarihinin en iyi bilinen ve en fırtınalı ilişkisi oldu. Bilmiyorsanız, Salma Hayek’e Oskar adaylığı getiren, Julie Taymor filmi “Frida”yı ve Louise Lockwood’un BBC-2 için çektiği üç bölümlük “Becoming Frida” belgeselini tavsiye ederim.

Diego Rivera ve Frida Kahlo

10 maddede Frida

Hakkında yapılan sayısız film ve belgesel, yazılan biyografiler ve kendi röportajları sayesinde Kahlo’nun hayatını bilmeyen kalmadı.

  • 1907’de Coyoacán, Mexico City, Meksika’da Alman-Meksikalı fotoğrafçı Guillermo Kahlo ve Meksikalı Matilde Calderón y González’in dört kızından biri olarak doğdu.
  • Çocukluğu boyunca polyo ile mücadele Bu yüzden sağ bacağı sol bacağından daha ince ve kısaydı.
  • 18 yaşında bir otobüs kazasında çok ağır sakatlandı. Vücudu, omurgası ve kalça kemiği de dahil olmak üzere sayısız yerinden kırıldı ve ölümüne dek ızdırap çekmesine neden oldu.
  • Küçüklüğünde de çizime ve resme meraklı olmasına rağmen, resme asıl bu kazadan sonra tedavisi süresince yatalakken başladı.
  • Ölümüne dek 150-200 arasında eser yarattı.
  • Louvre Müzesi’nin koleksiyonuna dahil edilen ilk Meksikalı sanatçı
  • Eşi ressam Diego Rivera ile 1929’da ve 1940’da iki kez
  • Hem Diego’nun hem de Frida’nın, evlilikleri sırasında pek çok aşıkları Ünlü Bolşevik devrimci Lev Troçki, Frida’nın en ünlü aşıklarından biri idi.
  • Meksika’da, Mexico City’deki ünlü evi Casa Azul’da (Mavi Ev) maymun, papağan, köpek ve geyikleri vardı. Pek çok resminde bu hayvanları
  • Başka ülkelerde sergileri olduğu halde, kendi ülkesi Meksika’da ilk kişisel sergisini ancak, ölümünden çok kısa bir süre önce, 47 yaşındayken açabildi.

Diğer ünlü eserleri

Frida’nın çoğunluğu kimlik, ızdırap ve insan vücudu temalarını işleyen, elli beşin üzerindeki otoportresi tüm dünyada tanınıyor ve en bilinenleri prestijli müzelerde sergileniyor ama şanslı iseniz, bir gün, gezici bir sergide hepsini

bir seferde görebilirsiniz. Ben bu eserlerin hemen tümünü New York’taki Whitney Amerikan Sanat Müzesi’nde Barbara Haskell’in küratörlüğünü yaptığı “Vida Americana” adlı sergide görme zevkine eriştim. Sergi, Meksikalı sanatçılar ve Amerika temasını işliyordu. En sevdiğimiz eserlerinden bazıları ve sergilendikleri yerler şöyle:

  • “İki Frida / Las dos Fridas” (1932), Mexico City Modern Sanat Müzesi, Meksika.
  • “Dikenli Yakayla Otoporte / Autorretrato con collar de espinas” (1940), Teksas Üniversitesi,
  • “Kısa Saçlı Otoporte / Autorretrato con pelo corto” (1940), MOMA, New York, ABD.
  • “Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri Arasında Sınırda / Autorretrato en la frontera entre México y los Estados Unidos” (1932), Maria Rodriquez de Reyero’nun koleksiyonu, New York, ABD.
  • “Yaralı Geyik / El venado herido” (1946), Houston, Teksas, ABD’de, Carolyn Farb koleksiyonunda
  • “Kırık Omurga / La columna rota” (1944) Dolores Olmeda Müzesi, Mexico City, Meksika.

Frida ve gerçeküstücüler

“Beni sürrealist sandılar ama ben asla rüyalarımın resmini yapmıyorum. Ben kendi gerçekliğimi resmediyorum”.

Frida Kahlo’nun onu “sürrealist / gerçeküstücü” olarak tanımlamaya çalışanlara cevabıydı. Onun işlerinde gerçeküstücülüğü ve büyülü gerçekçiliği (magical realism), fantazi ve gerçeği, mitoloji ve akılcılığı, Meksika’nın yerel sanatını ve Avrupa’nın “yüksek” sanatını bir arada görüyoruz.

Ama “Andre Breton, Meksika’ya gelip bana ‘sürrealist’ olduğumu söyleyene dek, öyle olduğumu bilmiyordum,” diyen Frida’nın Fransız gerçeküstücülerle hem artistik hem de kişisel bağlantıları oldu.

André Breton ve eşi Jacqueline Lamba ile arkadaştı ve Jacqueline’le ciddi bir aşk ilişkisi yaşadı. Meksika seferlerinin birinde Breton, işlerini Avrupa’nın fazlasıyla kendini beğenmiş, küçük sanat camiasına göstermesi için Paris’e çağırdı. Kahlo, Paris’e vardığında, Breton’un hiçbir hazırlık yapmadığını gördü.

Marcel Duchamp’ın yardımıyla hemen bir sergi açabildi ama yeterince hazırlık yapılmadığı için işleri Amerika’da gördükleri ilgiyi göremedi. Doğrusu Frida, Fransa’da geçirdiği zamandan ve orada tanıştığı sanat camiasından hep nefret etti.

Çocukluk aşkı ve hayat boyu arkadaşı olan komünist aktivist ve Las Cachuchas politik grubunun lideri Alejandro Goméz Ariaz (Ünlü kazada da yanında Ariaz vardı) ile yazışmalarında Fransa’daki gerçeküstücü grubu “bir grup, kafayı yemiş o… çocuğu,” ve “tahammül edilemez, kahrolası, çürük enteller” olarak tarif etti.

“Kahlo Blue” denen ünlü “mavi”nin daha sonra Yeni Realistler’in kurucusu Yves Klein’in “yarattığı” “IKB / Uluslararası Klein Mavisi” adlı maviden çok daha önce efsane olduğunu düşünürsek, dönemin Avrupa’sının kendini çok önemseyen “entelektüel sanatçıları”nın Frida’nın ve geleneksel Latin Amerika kültürünün eline su dökemeyeceğini de kolayca idrak edebiliriz.

Frida ve moda

Frida çok genç yaşlarından itibaren komünist partinin üyesi oldu. Meksika’da Diego ile yaşadıkları evde, Bolşevik lider Troçki’yi ağırladıklarında kendisi de evli olan Troçki’yle kısa süren bir ilişki yaşadı. Komünist ideolojiye olan bağlılığı onun moda anlayışını sonradan çok etkiledi ve gittikçe geleneksel Meksika kıyafetlerine döndü. Örneğin, “Diego ve Ben” de giydiği kırmızı“huipil”i pek çok otoportresinde ve Macar- Amerikan fotoğrafçı Nickolas Muray’nin çektiği ünlü fotoğraf serisinde görüyoruz. Huipil özellikle Meksika’nın güneyinde Tehuantepec’deki Istmo’nun kadınlarının giydiği ve genellikle canlı renklerde olan bluzlara deniliyor. Frida bu bölgenin kadınlarının meşhur uzun pamuk eteklerini giyerdi. Istmo’nun yerel tarzını yansıtan kıyafetlerinin çoğunluğu aslında Mexico City’nin lokal terzileri tarafından yapılmıştı.

Muray’nin NY stüdyosunda çektiği bu ünlü fotoğrafında da benzer bir kıyafet giyiyor.

Bu ve Frida’nın koleksiyonundan pek çok kıyafeti, fotoğraf ve resim 2019 yılında Brooklyn Müzesi’nde açılan “Frida Kahlo: Appearances Can Be Deceiving / Görünüşler Aldatıcı Olabilir” adli sergide halka gösterildi. Ressamın bu işlemeli etek, bluz ve elbiselerinin etkileri, 2021’de bile Instagram “influencer”larının hesaplarında Isabel Marant gibi tasarımcıların koleksiyonlarında görülüyor.

Kahlo, kazadan sonra omurgasını korumak için sürekli korseler giymek zorundaydı. Çıkarma zamanı geldiğinde bu korseler penselerle çıkartılırdı. Bu korseler bile yıllar boyunca moda evlerine ilham oldu.

Diego ve Frida, özel eşyalarının Diego’nun ölümünden 15 yıl sonrasına kadar halka açılmamasını istedikleri için Frida’nın sayısız korse ve protezi yıllar sonra ortaya çıktı. Frida’dan geriye kalan özel eşyaları onun kültürel mirasını, politik inançlarını ve gözlerden uzak fiziksel problemlerini gösteriyor bizlere. Yıllar sonra ortaya çıktığı halde Frida’nın gardrobu modacıları etkilemeye devam ediyor. 2010 yılında tasarımcı Riccardo Tisci, Givenchy için hazırladığı couture koleksiyonunda göğüs kafesi ve omurgayı öne çıkaran, yerlere kadar uzanan elbiselerinde Frida’nin alçı korselerine gönderme yapıyordu.

Aynı şekilde Carolina Herrera’nın 2011 yılındaki koleksiyonunda çiçekler takan “gelinler” de Frida’dan etkilenerek tasarlandı. Frida yalnızca toplumun güzellik standartlarını değil, cinsiyet rollerini de etkiledi. 1926 ve öncesindeki aile fotoğraflarına bakarsanız geleneksel Meksika kıyafetlerinden bir silüet göreceksiniz. O zamanlardan kalan hemen tüm fotoğraflarında erkek takım elbiseleri giyiyor.

Bana sorarsanız sanatçının en güzel, en keskin moda ifadeleri de bunlar. Daha 1920’lerde erkek takım elbiseleri ile poz veren, gayet feminen bir kadından daha çekici, daha yaratıcı, daha seksi ne olabilir? Frida’nin bu ve benzer tutumları yıllardır tasarımcılara ve modaevlerine ilham kaynağı oluyor. Onlarca yıl sonra ünlü moda evi Céline bu tarzı ünlü erkeksi koleksiyonlarında kullandı. Giyimini bırakın da ikonik, doğal fiziksel görüntüsünü düşünün bir de. Hep sıkıca bağladığı saçlarına, kırmızı yanaklarına, kırmızı Revlon rujuna, hiç almadığı ince bıyıklarına bakın… Başka hangi sanatçı bu kadar güzel, asil, unutulmaz ve de etkileyici bir imaj bıraktı ve ölümünden 60 yıl sonra genç yaşlı, gay hetero, kadın erkek, milyonlarca insana sanatsal, kültürel ve sosyal bir ilham kaynağı olmakta?

Meksika’nın renkleri ve Casa Azul

Meksika’nın günlük hayatı gibi, Meksika sanatında da canlı renklerin önemi çok büyük.

Meksika bayrağının renkleri kırmızı, yeşil ve beyaz ile ülkenin sahillerinin ve gökyüzünün, aynı zamanda da Frida’nın ‘mavi”si bu renklerin en bilinenleri.

Meksika bayrağı, tıpkı Türk bayrağı gibi pek çok sembolizm ile yüklü. Yeşil, ülkenin “Bağımsızlık Hareketi’ni ve gür, geniş ve ferah ormanlarını temsil ediyor. Giyimden sanata ve mimariye her yerde bolca kullanılıyor. Bayraktaki beyaz da Katolik inancının saflığından geliyor. Kırmızı ise bizim bayrağımızda olduğu gibi, dökülen kanların simgesi. Bu kırmızıyı acı biberden Meksika boğa güreşlerinde kullanılan pelerinlere, cıvıl cıvıl tekstillerden, folk sanatına her yerde görüyoruz.

Tabii ki dünyanın en güzel sahillerinden bazılarına ev sahipliği yapan Meksika’nın denizinin ve gökyüzünün rengi mavi ise kırmızı ile birlikte en çok gördüğümüz renk. Sanat dışında, ülkenin ünlü Talavera fayanslarının ve sömürgecilikten kalan güzelim mimarisinin rengi.

Frida’nın Meksika’nın başkenti Mexico City’deki Coyoacán semtindeki ünlü evi “Casa Azul / Mavi Ev” de bir efsane.

Artık müze olan ev 1905’te Kahlo’nun babası tarafından satın alındığında beyaz idi. Evlendikten sonra evi restore eden Kahlo, pek çok değişikliğin yanına evi, kendi adıyla anılan “Kahlo mavisi”ne boyayarak bir efsane yarattı. Her yıl on binlerce turist ve Frida hayranı bu büyülü evi ziyaret ediyor.